Sayfalar

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Eski Newyork Büyükelçimiz Uyarıyor!

Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek
için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede
arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir.
Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye'nin
2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.


Türkiye, Cumhuriyet döneminin en önemli yol ayrımına 12 Eylül 2010
sabahı varıyor. Halkoylaması, şeklen, anayasa değişiklikleriyle
ilgilidir. Ancak, 12 Eylül'de yapılacak oylama Türkiye'nin hayat
tarzı, toplumsal değerleri, siyaset anlayışı, dış ilişkileri, diğer
bir deyişle ülkemizin geleceğini yeni baştan belirleyecek bir sonraki
dönemin oylaması olacaktır. Diğer bir deyişle referandumda oylanacak
olan Türkiye'nin gelecekteki yapısı, kaderi ve uygarlık iddiasıdır.

Anayasa değişiklik paketinin içine başka unsurlarla süslenerek
konulmuş olan ve iktidar partisinin asıl hedeflediği bir nokta vardır
ki açık hedefi itibarıyla referandumun can alıcı noktasını
oluşturmaktadır. İktidar, paketin içine yerleştirdiği malum maddelerle
hukukun üstünlüğü yerine siyasi iradenin hâkimiyetini kurmayı
amaçlamaktadır. Yargı, özellikle Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek
yargı organları, bugün iktidar partisi tarafından icraatları önünde
birer engel olarak görülmektedir. Yargıyı da siyasi vesayet altına
alarak iktidar bilinen dünya görüşünü hayata geçirmek için mutlak
(denetime tabi olmamak anlamında) bir güce sahip olmayı
amaçlamaktadır. Demokrasimizin bekası bakımından bu yaklaşım yeterince
tehlikelidir.

İktidara güvenoyu meselesi

Ancak iktidar partisi referandumla daha da stratejik bir iddia
gütmektedir. Referandum tekrar iktidara gelmek için tasarlanmış bir
ara basamaktır. Paket bilinçli olarak birbiriyle ilgisiz maddelerden
oluşturularak vatandaş topluca "evet" ya da "hayır" oyu kullanmaya
mahkûm edilmiştir. Bunun demokratik seçim hakkıyla ilgisi yoktur. "Ya
benimlesin, ya benden değilsin" dayatmasıdır. 42 milyondan fazla
seçmenin belki sadece birkaç on bininin, o da yaklaşık olarak
anlayabildiği bir paket oylanacaktır.

Dolayısıyla, konu anayasa değil, iktidara güvenoyu meselesidir. Eğer
maksat daha iyi bir anayasa olsaydı, sadece birkaç yıl önce,
"Türkiye'nin ihtiyacı yeni bir sivil demokratik anayasadır!"
söylemiyle ortaya çıkan, hatta bir de taslak hazırlattıran bugünkü
iktidarın bu savına uygun hareket eder, "genel seçimlerden sonra yeni
bir anayasa" demesi gerekirdi. Oysa tamamen iktidarda tutunabilmek
saikiyle bir referandum tasarlanmıştır. Referandum sürecini Türk
mahkemeleri önünde süregelen çeşitli davalar ve Yüksek Askeri Şûra
toplantılarına paralel bir takvim içinde götürerek de kamuoyu Türk
demokrasisinin hem sözde "yargı vesayeti", hem "askeri vesayet"ten
kurtarılmakta olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır. İktidar partisi
"askeri etkiden arındırılmış sivil demokrasi" ve "üstünlerin hukuku
yerine hukukun üstünlüğü" gibi kulağa hoş gelen, ancak Adalet ve
Kalkınma Partisi liderlerinin emelleri bakımından bambaşka anlamlar
taşıyan bu savlarla demokrasi ve özgürlük adına hareket ettiklerini
iddia etmektedir.

AKP'nin hedefi

Ne var ki, bu iddia AKP liderlerinin gerçek hedefini örtememektedir.
Artık gizlisi saklısı da pek kalmamış olan bu hedef, "laik değerlere"
değil, "inançlara" dayalı yeni bir toplumsal düzen yaratmak ve bu
farklı Türkiye için küresel planda yeni bir adres belirlemektedir. Bu,
"ikinci Cumhuriyet", "neo-Osmanlıcılık" gibi söylemleri çok aşan, laik
olmayan esaslara dayalı bir toplumsal yaşam, din ile devlet işleri
arasındaki çizginin kaldırılmış olduğu, "hukuk"un üstünlüğü yerine
"inanç" üstünlüğünün hâkim kılınacağı ve buna uygun bir dış
politikanın izleneceği bir düzenin özlemidir.

Demokratik özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar sözde kaldırılarak özel
alan konusu olan inanç uygulamaları kamu alanına taşınacaktır.
Türbanın üzerindeki bilinçli olarak gündemde tutulan siyasi tartışma
bu tasarımın kırılma noktalarından sadece birisidir. Bu sürecin
anlamı, Cumhuriyetimizin temelinde yatan ve laikliğin en kesin ifadesi
olan, egemenliğin bu dünyaya, insana ait bir kavram olduğunu ifade
eden "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinin anlamını
yitirmesidir. Sürecin önü kesilmediği takdirde üreteceği sonuç ise
laik bireylerin hür iradesine dayalı bir ulus-toplum yerine,
cemaatlerden oluşan bir ümmet, laik ve eşitlikçi kuralların değil,
herkesin sorgulamadan kendini tabi saydığı dini esas ve normların
egemen olacağı bir toplum düzenidir. AKP sekiz yıl önce iktidara
geldiği güne göre bugün daha cesurdur ve daha fazla özgüvene sahiptir.
İlk dönemde AB trenine binerek çıktığı siyasi yolculuğun önemli bir
merhalesini, Avrupa ve Amerika'da kendisine uzun süre devam edecek
destek de sağlayarak tamamlamış, gerek kalmayınca da AB'ye katılma
hedefi "Avrupalılar bizi istemiyor" bahanesiyle bir kenara itilerek
trenden inilmiştir.

Çelişkiler yumağı

Bugün Türkiye bir çelişkiler yumağı, gerilim ve sevgisizlikle dolu bir
ülke haline gelmiştir. İç ve dış açılımlarla Türkiye içerde
kutuplaşmalara dışarıda ise belirsizliklere mahkûm edilmiştir. Ülke
ekonomisi zenginleşirken halkı yoksullaşmış, üniversite mezunu
gençlerin sayısı artarken iş bulamayanlarının sayısı büyümüş, kadın
hakları kâğıt üzerinde sözde düzeltilirken kadınlar eve, tesettüre,
çocuk yapma, töre ve kuma gibi çemberlerin içine sıkıştırılmışlardır.
Çocuklar ve gençler çağımızın ihtiyaçlarının çok gerisinde kalan
yetersiz bir eğitim sisteminin yükü altında ezilmektedirler. Etnik
köken, izlenen yanlış politika ve gelişigüzel açılımlarla,
birleştirici, zenginleştirici bir unsur olmaktan çıkmış, bugün
toplumsal gerginliklerin ana kaynağına dönüşmüştür. Çözüm üretmesi
gereken siyasetçiler ise ülke enerjisini kısır kavgalarıyla
tüketmekte, toplum psikolojisini tehlikeli bir biçimde bozmaktadırlar.

Dış ilişkilerimizde de iç dönüşüme bağlı olarak, AB ve Avrupa-Atlantik
camiasından bilinçli bir uzaklaşma, buna mukabil ağırlıklı olarak
Müslüman ülkelerle kararlı bir yakınlaşma politikası izlenmekte, dine
dayalı bir bakış açısıyla uyumlu bir dış politika ekseni
oluşturulmaktadır.

Sonuç:

Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek
için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede
arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir.
Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye'nin
2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.

Türkiye, laik demokratik siyasi bir yapı, güçlü bir ekonomi ve
toplumsal barışla ve bu doğrultuda hazırlanıp hayata geçirilecek
yepyeni bir anayasayla 21. yüzyılın yükselen yıldızlarından biri
olmalıdır, olabilir. Bunu sağlayacak güç vardır. Bu güç vatandaşımızın
sağduyusudur. 12 Eylül günü yapılacak olan halkoylaması, ülkemizin
geleceğine sahip çıkmak için hayati bir fırsat, bu fırsatı doğru
değerlendirmek ise her birimizin tarihi sorumluluğudur.
Faruk LOĞOĞLU Emekli Büyükelçi

Hiç yorum yok: