Sayfalar

10 Mart 2012 Cumartesi

Atatürk Neden Tartışılıyor:

Ey sagduyulu insanlar:
Hiç dünyada böyle bir şey gördünüz mü?
1938'de vefat etmiş bir liderin bu kadar tartışıldığını, her gün köşe yazılarına konu edildiğini, taraftarlarıyla karşıtlarının kanlı bıçaklı olduğunu hatırlıyormusunuz?

Dünyada böyle bir örnek var mı?
Amerikan basını kendi liderlerini unutmuş, durmadan Atatürk'ü yazıyor,Fransız basınında De Gaulle'den çok Atatürk adına rastlanıyor, Britanya'da Ataürk adı, Churchill'den fazla geçiyor.
Bu size garip gelmiyor mu?

Bütün dünya niçin işi gücü bırakmış da 130 yıl önce Selanik'te doğmuş olanbir Osmanlı çocuğuyla ilgileniyor? Dertleri onun tarihteki rolünü anlamak mı (bu kadar meraklı olduklarını hiç sanmıyorum), yoksa işin içinde başka bir iş mi var?

Birazcik aklı olan herkes, bu işin durup durup neden köpürtüldüğünü merak etmez mi?
Eder elbette.

İşte benim cevabım:

Türkiye Cumhuriyeti anormal şartlar altında oluşmuş bir ülkedir.İmparatorluğun Batı tarafından planlı bir şekilde çökertilmesinden sonra Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya'daki Müslüman Osmanlı tebaasi, son kale olarak Anadolu'ya göçtü. Bu -kilic artığı- insanların kültürleri, adetleri,yaşam biçimleri farklıydı. Bu büyük farklılıklar, Anadolu'da zaten karmakarışık olan etnik ve dini yapıya eklenince, acayip bir karışım doğdu.
O 'karışım'ın hayatta kalabilmesinin ve bir arada yaşayabilmesinin tek şartı, yeni bir ulus ve yeni bir devlet oluşturmaktı.

Bu iş başarıldı ama Batı'daki gibi, zaten var olan homojen bir ulus, bir devlet yaratmadı. Tam tersine, yeni devlet bir ulus yaratti.

Bu karmakarışık yapıdan bir ulus yaratan iradenin başında ise Mustafa Kemalvardı. Ernest Renan, "Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadanyaratılamaz" der. Türkiye Cumhuriyeti de bunun dışında değildi elbette. Tarihi kendine gore yeniden yazdı, içinden çıktığı Osmanlı'yı hain ilanetti, Ziya Gökalp adlı Kürt asıllı bir düşünürümüzün ortaya attığı "Türkçülük tezi"ne aşırı bir önem atfetti; yani bir sürü aşırılık yaptı.

İstiklal Mahkemeleri'nin adaletsizliği ise bu aşırılıkların en acıklı örneklerine imza attı (Mesela Orhan Kemal'in babası Raşit Kemali Bey, bu mahkemelerde görev yaptığı zaman, akşam yemeği sırasında asi sandığı birçok kişinin idamına karar verdiğini, hükmün hemen infaz edildiğini, oysa ertesi sabah bunların zavallı at hırsızları olduğunun anlaşıldığını doğrulamıştır.).

Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi Istiklal Harbi kahramanlarına yapilan muamele de korkunçtur. Dersim de bir zulümdür.

Elbette ki aradan bunca yıl geçtikten sonra bunları konuşacak ve yanlış uygulamaları eleştirerek demokrasimizi olgunlaştıracağız.
Buna aklı başında kimse itiraz etmez.

Ama bugün esen rüzgarlar, bunu amaçlamıyor. İstedikleri tek bir şey var,Mustafa Kemal Atatürk'ü, Hitler gibi bir cani haline getirmek.

Çünkü bunu başardıkları gün, Türkiye Cumhuriyeti gayrı meşru hale gelecek. Nasil Hitler'in III. Reich'i gayrımeşru ilan edildiyse, onların deyimiyle "bir caninin kanla kurdugu T. C." de o hale sokulacak.
Bazılarının bilinçli, bazılarının ise bilinçsiz olarak girdikleri yol bu.
***
Bilirsiniz; camilerde kubbeleri bir tek kilit taşı tutar. Bu taşıçekerseniz, ona yaslanmakta olan diğer taşlar gümbür gümbür çöker.

Mustafa Kemal, bu cumhuriyetin kilit taşıdır. Çünkü devlet ve ulus, onun iradesiyle kurulmuştur. Cumhuriyeti yıkmak isteyenler ise bu gerçeği, yani ülkenin Aşil topuğunu çok iyi bilmektedirler. Atatürk'ü Miloseviç gibi bir suçlu haline getirebilmek için gösterdikleri bu sabırsız iştahın sebebibudur.
***
Atatürk'ü yıkmak, onun dayandigi üç unsuru devirmekle mümkün olabilirdi. Neydi bu üç unsur?
Partisi, ordusu ve halktaki sevgi.

Once partiyi yıktılar. Cumhuriyet Halk Partisi kağıt üstünde varlığını sürdürüyor ama artık kesinlikle aynı parti değil. CHP'nin yerinde yıllardır yeller esiyor.
İkinci sütun olan ordu ise perişan. Bunu sadece son dönemlerdeki durum bakarak söylediğimi sanmayın sakın. Bu ordu yıllar önce, (Atatürk'ünvasiyetine aykırı olarak) iç politikaya, darbelere, işkencelere bulaştığı,Güneydoğu'daki savaşı bilerek uzatanları içinde barındırdığı ve emperyalizmin hizmetine girdiği gün bitmişti.
AKP sadece, bu bitmiş kuruma son darbeyi indirdi.

Atatürk'ün üç dayanağından parti ve ordu bitirildikten sonra, sıra üçüncü ayağa geldi. Yani onu sevenlerin kalbindeki yeri. Şimdi oyunun bu son perdesi oynanıyor. Mustafa Kemal'i itibardan düşürme gayretleri sergileniyor. Bir devrim döneminde ortaya çıkan bütün fenalıklar, suçlar,kabahatler ona yüklenmeye çalışılıyor.
Bu da başarıldığı gün, bilin ki Türkiye Cumhuriyeti çökmüştür.
***
Bazı mesajlarda bana diyorlar ki: "Yahu bu rejim sana kötülük etmedi mi,ordu genç yaşında seni hapislerde süründürmedi mi, evini barkını yıkmadı mı,mahkemeler seni yargılamadı mı, albümlerini yasaklamadı mı, merkez basın seni kaç kere lince tabi tutmadı mı? Nasıl olur da bu düzeni savunursun?"

Sevgili arkadaşlar; doğrudur, haklısınız. Türkiye'deki zalim rejimin acılarını en çok çekenlerden birisi benim. Yapılanları anlatsam kitaplara sığmaz. Hayatım bu zulüm rejimine karşı mücadele ederek geçti. Ama hükümetlere, cuntalara karşı mücadele etmek başka, ülkeyi yıkmaya çalışmak başka.
Ben hiçbir zaman 'vatan haini' olmadım. O cuntalardan,generallerden, başbakanlardan, polis şeflerinden çok daha fazla sevdim bumemleketi. Karşılıksız sevdim, kötülük gördüğüm halde sevdim. Gercek yurtseverler bizleriz. Bu yüzden; ülkeyi yıkmak için Mustafa Kemal'i itibarsızlaştırmak oyununa karşı çıkıyorum.

Siz 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, ordu yüzüne Kemalist maskesi takmışken benim hiç Atatürk'ten söz ettiğimi duydunuz mu?

Elbette duymadınız. Çünkü o zaman iktidar kendisine Kemalist diyen zalim bir grubun elindeydi. Atatürk'ü övmek ödüllendiriliyordu, buna tenezzül edemezdim.

Ama şimdi oyun farklı. Dün Mustafa Kemal'i eleştirmek tehlikeliydi, bugün ise onu savunmak.
Ama benim de, tehlikeli bile olsa gerçeği söylemek gibi bir huyum var. Ne yapayım!

Zülfü Livaneli

20 Ocak 2012 Cuma

İHANET ÇEMBERİ

Eğer ders almasını bilseydik, tarih tekerrür etmezdi diye çok doğru bir söz vardır. Bugün başımıza gelen dertlerin- sıkıntıların kökenini doğru olarak inceler ve öğrenirsek, vatandaşlar olarak tedbirimizi alabilir, tepkimizi gösterebiliriz.

En azından oy verirken daha bilinçli davranabiliriz.

Bugün, 1514 yılından bu yana Osmanlı’nın ve Türkiye’nin başına bela olan Kürtçülük-Bölücülük faaliyetlerinin tarihi sıralamasını yapmak isteriz. Umarım ne kadar ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız…

*Yıl 1514 çaldıran Savaşı; Yavuz Sultan Selim(Sünni) , Şah İsmail(Şii) ile savaşacaktır.Yavuz Sultan Selim, Kürt İdris-i Bitlisi ile anlaştı. Nakşi Tarikatının önderi olan İdris-i Bitlisi çevredeki Kürt Beylerini de ikna ederek Osmanlı’nın yanında savaşa soktu. Savaş kazanıldı. Yavuz Sultan Selim, Kürt Aşiretlerine toprak ağalığı yani derebeylik verdi…

*Ağalık-Toprak Ağalığı- Şeyhlik- Derebeylik temeli bu tarihe dayanır. Bu tarihten itibaren tüm bölge bu Toprak Ağaları tarafından yönetildi. Bölgede ki insanlar, topraklar, canlılar hepsi Ağa’nın malı idiler. Bölgede yapılan her türlü kaçakçılık “Ağa” için yapılır, Ağa kaçakçılığı onun adına yapan sırtçı-hamal denen ameleleri boğaz tokluğuna çalıştırırdı. (Uludere’de olduğu gibi)*Osmanlı, gerileme dönemine girince daha önce güç verdiği Ağalar, isyana kalkıştılar. Bu kalkışmalarda en önemli neden, Hıristiyanlığın Kürtleri kullanma çabaları yatar. Vatikan bölgeye çok sayıda “Misyoner” göndermiş, bunlar Kürtlere “Milliyetçilik” duyguları aşılama ve “Osmanlıya İsyan”a kışkırtma çalışmalarına başlamışlardı.

Bunlardan biri Papaz Maurizio Garzoni idi. Bu kişi tarihteki ilk Kürtçe Lügati yazdı ve İtalya’da yayınladı. Kendisi Kürdoloji’nin babası olarak bilinir. Garzoni, Diyarbakır ve Musul’da tam 18 yıl görev yapmıştır!..

*Osmanlı’nın Gerileme Dönemindeki önemli üç isyan şunlardır;-Tepedelenli Ali Paşa İsyanı: Tepedelenli Ali Paşa, Balkanlarda Rum isyancılara göz açtırmıyordu. Rumlar Ali Paşayı yok etmek için, Saray ile arasının bozulmasın çalıştılar. Bu olayda da kilit rolü Fener Rum Patriği oynamıştı. “Filiki-Eterya” adlı örgütün gayretleriyle Saray ile arası bozulan Ali Paşa isyan etti. Bu durumdan, Rum isyancılar yararlandı ve ortalığı kana buladılar.

-Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı:Osmanlıyı parçalayan Osmanlı Paşası. Osmanlının Mısır Valisi ve Mısır-Sudan Hidivi(Büyük Vezir)Mısır-Sudan-Filistin-Suriye 150 yıl boyunca Mehmet Ali Paşa soyu tarafından yönetilmiştir.

-Cizre-Botan Emiri Bedirhan Ağa İsyanı: Osmanlı’ya karşı ilk Kürtçü isyan bu kişi tarafından şimdiki Şemdinli bölgesinde çıkarılmıştır. Yıl;1846… Bedirhan Ağa, Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatındandır. Aynı Nakşi tarikatının en önemli ağaları Molla Mustafa Barzani ve oğlu Mesud Barzani’dir. Daha sonra 1880 yılında Şeyh Ubeydullah, yine Şemdinli yöresinde isyan çıkarttı. Bu kişi de diğerleri gibi Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi’nin müritlerindendir. Bu isyan da diğerleri gibi bastırılır, fakat Osmanlı toprakları üzerinde ayrı bir devlet kurma hayali bu günkü gibi hiç bitmez.Bunun en belirgin örneği Sevr Antlaşması sırasında dile getirilir.Ermeni Bogos Paşa ile Kürt Şerif Paşa, Büyük Devletlerin mandası altında bir “Ermeni-Kürt” Devleti kurulması ve bunun Sevr Antlaşmasına yazılması için çok uğraşırlar…Osmanlı parçalandıktan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra bu isyanlar devam eder.

Bu kez sahneye Bedirhan aşireti çıkar. İlk işleri Atatürk’e suikast düzenleyip, ortadan kaldırmaktır. Malatya Mutasarrıfı Halil Rahmi Bedirhan ve aynı aşiretten Celadet-Kamuran-Süreyya Bedirhan ile İngiliz subay Noel, Atatürk’e suikast düzenlerler. Sivas Kongresi sırasında baskın yapılacak ve Atatürk öldürülecektir. Atatürk bu suikasttan Malatyalı telgrafçılar sayesinde kurtuldu.

Daha sonraki 1921 Koçgiri İsyanı- 1924 Barzani İsyanı- 1925 Şeyh Said- 1930 Ağrı-1938 Tunceli İsyanlarının arkasında, hep Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi’nin Nakşi Tarikatı ve yukarıdaki isimlerin uzantıları vardır.Avrupa’da ki Kürt örgütlenmesini, Atatürk’e suikast düzenleyip yurt dışına kaçan “Yolcu” kod adlı Kamuran Bedirhan gerçekleştiriyordu. Kamuran Bedirhan aynı zamanda Mossad’ın elemanı idi ve Mossad’dan bu işler için her ay 50 bin Filistin Lirası alıyordu…

Turgut Özal da bir Halid-i Nakşî’dir. Barzani’yi sürekli desteklemesi bu yüzdendir. Şimdiki Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Kürt Teali Cemiyeti kurucusu Abdurrahman Rahmi Zapsu’nun torunu olan Cüneyt Zapsu, “bana Türk demeyin, bunu bana yapılmış bir hakaret sayarım, ben Türk değilim” diyen Tüsiad üyesi Ethem Sancak ve çok sayıdaki AKP üst yöneticisi bu tarikatın mürididirler.

Barzani’nin hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başbakanlıkta “Devlet Başkanı” gibi karşılanmasının sebebi budur. Bunların hiçbiri, tarikatın şu anki önderinin taleplerine “Hayır” diyemez. Ya ne yaparlar; Mesela, Barzani ile karşılıklı olup, Kürtçü danışmanlarının çaldığı saz eşliğinde şarkı-türkü söylerler.

Şehitler mi, boş verin, onlar nasılsa sadece birer “kelle”…1514 yılında başlayan ve aralıklarla devleti ve milleti rahatsız eden bu dert, 1983 yılından bu yana artarak devam etmektedir. Bu sorunun bu kadar uzamasına 54 bin insanımızın ve milyarlarca dolarlık ekonomik kaybımızın oluşmasına, bu konuda kafaları karışık, problemi çözmekte cesur davranamayan aciz siyaset ve devlet bürokrasisinin korkak tavırları sebep olmuştur.Tarikatçısı-Cemaatçisi- Kürtçüsü-Bölücüsü-ABD ve AB’nin maaşlı elemanları-Barzani militanları-Hizbullahçısı-Dincisi gibi ne kadar Türkiye ve Atatürk düşmanı varsa, şimdi bunlar elbirliği yapmışlar ve Cumhuriyete saldırıyorlar…Türkiye Cumhuriyetinin büyük çoğunluğunu oluşturan %90-95 nüfus, bu azgın azınlığın esiri olmuş durumda. Eğer kendimize gelip, yerimizi belli edip, yüksek sesle haykırırsak, bunlar da yeni bir Kurtuluş Savaşına gerek kalmadan defolup gideceklerdir…

Unutmayın çare sizsiniz…

Sağlık ve başarı dileklerimle

RİFAT SERDAROĞLU

17 Ocak 2012 Salı

Muhteşem Yüzyıl

Bu toplumun hemen hiçbir değeri kalmadı:

Tek değer, kişilerin veya grupların hak etmedikleri şeylere uzanmak için olabilen her yolu denemesinin en makbul marifet sayılmasıdır.

Türkiye rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür. Dünya ülkeleri arasında cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri arasında adı anılabilecek ilk 500 içine giren hiçbir üniversitesi yoktur.


Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere devleti yönetenlerin hakkında bulunan suç dosyaları nedeniyle dünya birincisidir (Kemal Baytaş, Sözcü 13 Şubat 2011). İçeri atılan gazetecilerin sayısıyla dile gelen aykırı fikre tahammülde, nihayet İran ve Çin'in bile gerisine düşerek sondan birinciliği kaptı. Gün geçmiyor ki ırzına geçilen kadın, cinsiyet nedeniyle veya töre denen ahlaksızlıklar yüzünden öldürülen kız ve kadın haberleri gazetelerimizde, televizyonlarımızda yer almasın.


En son öğrencilerimizi hatta devlete ait kurumlar ve devletin memurları eliyle harcamak, onların hayatlarını karartmak sıradan olay oldu, bunları yapan ve kötü niyetleri artık her gün dile gelen akıl ve beceri fakirleri devletin ve hükümetin güvencesi altına alındı. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural Bey bu konuda devlet görevlilerinin tatmin oldu sözlerinde suç ortaklığının dile geldiğini televizyonlardan haykırdı.

Tüm bunlar ne zaman oluyor? Muhafazakâr değerlerimizin şahlandığı, Atatürk'ün getirdiği akılcılıktan hızla uzaklaştığımız bir dönemde;Türkiye halkı tamamen keçileri kaçırdı mı, yoksa bu ahlaksızlıklar zümresi onun gerçek değerlerini mi yansıtıyor? Bence ne biri ne diğeri. Halk o kadar cahilleşti ki, yaptığı şeylerin veya kendisine yapılanların çoğunun ahlaksızlık olduğunu, bu ahlaksızlıkların er veya geç kendisini zarara uğratacağını, çoluk-çocuğunu süründüreceğini göremez hale geldi, safsatayla uyutulmayı tercih eder oldu.

Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları modernize ederek yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır. Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı "gâvur" dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır. Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir).

Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığımız gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz'den sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu'na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı.

El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı. Büyük (!) Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu? Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz?
Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz.
Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.

Prof. Dr.Celal Şengör