Sayfalar

20 Ocak 2012 Cuma

İHANET ÇEMBERİ

Eğer ders almasını bilseydik, tarih tekerrür etmezdi diye çok doğru bir söz vardır. Bugün başımıza gelen dertlerin- sıkıntıların kökenini doğru olarak inceler ve öğrenirsek, vatandaşlar olarak tedbirimizi alabilir, tepkimizi gösterebiliriz.

En azından oy verirken daha bilinçli davranabiliriz.

Bugün, 1514 yılından bu yana Osmanlı’nın ve Türkiye’nin başına bela olan Kürtçülük-Bölücülük faaliyetlerinin tarihi sıralamasını yapmak isteriz. Umarım ne kadar ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız…

*Yıl 1514 çaldıran Savaşı; Yavuz Sultan Selim(Sünni) , Şah İsmail(Şii) ile savaşacaktır.Yavuz Sultan Selim, Kürt İdris-i Bitlisi ile anlaştı. Nakşi Tarikatının önderi olan İdris-i Bitlisi çevredeki Kürt Beylerini de ikna ederek Osmanlı’nın yanında savaşa soktu. Savaş kazanıldı. Yavuz Sultan Selim, Kürt Aşiretlerine toprak ağalığı yani derebeylik verdi…

*Ağalık-Toprak Ağalığı- Şeyhlik- Derebeylik temeli bu tarihe dayanır. Bu tarihten itibaren tüm bölge bu Toprak Ağaları tarafından yönetildi. Bölgede ki insanlar, topraklar, canlılar hepsi Ağa’nın malı idiler. Bölgede yapılan her türlü kaçakçılık “Ağa” için yapılır, Ağa kaçakçılığı onun adına yapan sırtçı-hamal denen ameleleri boğaz tokluğuna çalıştırırdı. (Uludere’de olduğu gibi)*Osmanlı, gerileme dönemine girince daha önce güç verdiği Ağalar, isyana kalkıştılar. Bu kalkışmalarda en önemli neden, Hıristiyanlığın Kürtleri kullanma çabaları yatar. Vatikan bölgeye çok sayıda “Misyoner” göndermiş, bunlar Kürtlere “Milliyetçilik” duyguları aşılama ve “Osmanlıya İsyan”a kışkırtma çalışmalarına başlamışlardı.

Bunlardan biri Papaz Maurizio Garzoni idi. Bu kişi tarihteki ilk Kürtçe Lügati yazdı ve İtalya’da yayınladı. Kendisi Kürdoloji’nin babası olarak bilinir. Garzoni, Diyarbakır ve Musul’da tam 18 yıl görev yapmıştır!..

*Osmanlı’nın Gerileme Dönemindeki önemli üç isyan şunlardır;-Tepedelenli Ali Paşa İsyanı: Tepedelenli Ali Paşa, Balkanlarda Rum isyancılara göz açtırmıyordu. Rumlar Ali Paşayı yok etmek için, Saray ile arasının bozulmasın çalıştılar. Bu olayda da kilit rolü Fener Rum Patriği oynamıştı. “Filiki-Eterya” adlı örgütün gayretleriyle Saray ile arası bozulan Ali Paşa isyan etti. Bu durumdan, Rum isyancılar yararlandı ve ortalığı kana buladılar.

-Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı:Osmanlıyı parçalayan Osmanlı Paşası. Osmanlının Mısır Valisi ve Mısır-Sudan Hidivi(Büyük Vezir)Mısır-Sudan-Filistin-Suriye 150 yıl boyunca Mehmet Ali Paşa soyu tarafından yönetilmiştir.

-Cizre-Botan Emiri Bedirhan Ağa İsyanı: Osmanlı’ya karşı ilk Kürtçü isyan bu kişi tarafından şimdiki Şemdinli bölgesinde çıkarılmıştır. Yıl;1846… Bedirhan Ağa, Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi Nakşi tarikatındandır. Aynı Nakşi tarikatının en önemli ağaları Molla Mustafa Barzani ve oğlu Mesud Barzani’dir. Daha sonra 1880 yılında Şeyh Ubeydullah, yine Şemdinli yöresinde isyan çıkarttı. Bu kişi de diğerleri gibi Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi’nin müritlerindendir. Bu isyan da diğerleri gibi bastırılır, fakat Osmanlı toprakları üzerinde ayrı bir devlet kurma hayali bu günkü gibi hiç bitmez.Bunun en belirgin örneği Sevr Antlaşması sırasında dile getirilir.Ermeni Bogos Paşa ile Kürt Şerif Paşa, Büyük Devletlerin mandası altında bir “Ermeni-Kürt” Devleti kurulması ve bunun Sevr Antlaşmasına yazılması için çok uğraşırlar…Osmanlı parçalandıktan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra bu isyanlar devam eder.

Bu kez sahneye Bedirhan aşireti çıkar. İlk işleri Atatürk’e suikast düzenleyip, ortadan kaldırmaktır. Malatya Mutasarrıfı Halil Rahmi Bedirhan ve aynı aşiretten Celadet-Kamuran-Süreyya Bedirhan ile İngiliz subay Noel, Atatürk’e suikast düzenlerler. Sivas Kongresi sırasında baskın yapılacak ve Atatürk öldürülecektir. Atatürk bu suikasttan Malatyalı telgrafçılar sayesinde kurtuldu.

Daha sonraki 1921 Koçgiri İsyanı- 1924 Barzani İsyanı- 1925 Şeyh Said- 1930 Ağrı-1938 Tunceli İsyanlarının arkasında, hep Iraklı Kürt Halid-i Bağdadi’nin Nakşi Tarikatı ve yukarıdaki isimlerin uzantıları vardır.Avrupa’da ki Kürt örgütlenmesini, Atatürk’e suikast düzenleyip yurt dışına kaçan “Yolcu” kod adlı Kamuran Bedirhan gerçekleştiriyordu. Kamuran Bedirhan aynı zamanda Mossad’ın elemanı idi ve Mossad’dan bu işler için her ay 50 bin Filistin Lirası alıyordu…

Turgut Özal da bir Halid-i Nakşî’dir. Barzani’yi sürekli desteklemesi bu yüzdendir. Şimdiki Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Kürt Teali Cemiyeti kurucusu Abdurrahman Rahmi Zapsu’nun torunu olan Cüneyt Zapsu, “bana Türk demeyin, bunu bana yapılmış bir hakaret sayarım, ben Türk değilim” diyen Tüsiad üyesi Ethem Sancak ve çok sayıdaki AKP üst yöneticisi bu tarikatın mürididirler.

Barzani’nin hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başbakanlıkta “Devlet Başkanı” gibi karşılanmasının sebebi budur. Bunların hiçbiri, tarikatın şu anki önderinin taleplerine “Hayır” diyemez. Ya ne yaparlar; Mesela, Barzani ile karşılıklı olup, Kürtçü danışmanlarının çaldığı saz eşliğinde şarkı-türkü söylerler.

Şehitler mi, boş verin, onlar nasılsa sadece birer “kelle”…1514 yılında başlayan ve aralıklarla devleti ve milleti rahatsız eden bu dert, 1983 yılından bu yana artarak devam etmektedir. Bu sorunun bu kadar uzamasına 54 bin insanımızın ve milyarlarca dolarlık ekonomik kaybımızın oluşmasına, bu konuda kafaları karışık, problemi çözmekte cesur davranamayan aciz siyaset ve devlet bürokrasisinin korkak tavırları sebep olmuştur.Tarikatçısı-Cemaatçisi- Kürtçüsü-Bölücüsü-ABD ve AB’nin maaşlı elemanları-Barzani militanları-Hizbullahçısı-Dincisi gibi ne kadar Türkiye ve Atatürk düşmanı varsa, şimdi bunlar elbirliği yapmışlar ve Cumhuriyete saldırıyorlar…Türkiye Cumhuriyetinin büyük çoğunluğunu oluşturan %90-95 nüfus, bu azgın azınlığın esiri olmuş durumda. Eğer kendimize gelip, yerimizi belli edip, yüksek sesle haykırırsak, bunlar da yeni bir Kurtuluş Savaşına gerek kalmadan defolup gideceklerdir…

Unutmayın çare sizsiniz…

Sağlık ve başarı dileklerimle

RİFAT SERDAROĞLU

17 Ocak 2012 Salı

Muhteşem Yüzyıl

Bu toplumun hemen hiçbir değeri kalmadı:

Tek değer, kişilerin veya grupların hak etmedikleri şeylere uzanmak için olabilen her yolu denemesinin en makbul marifet sayılmasıdır.

Türkiye rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür. Dünya ülkeleri arasında cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri arasında adı anılabilecek ilk 500 içine giren hiçbir üniversitesi yoktur.


Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere devleti yönetenlerin hakkında bulunan suç dosyaları nedeniyle dünya birincisidir (Kemal Baytaş, Sözcü 13 Şubat 2011). İçeri atılan gazetecilerin sayısıyla dile gelen aykırı fikre tahammülde, nihayet İran ve Çin'in bile gerisine düşerek sondan birinciliği kaptı. Gün geçmiyor ki ırzına geçilen kadın, cinsiyet nedeniyle veya töre denen ahlaksızlıklar yüzünden öldürülen kız ve kadın haberleri gazetelerimizde, televizyonlarımızda yer almasın.


En son öğrencilerimizi hatta devlete ait kurumlar ve devletin memurları eliyle harcamak, onların hayatlarını karartmak sıradan olay oldu, bunları yapan ve kötü niyetleri artık her gün dile gelen akıl ve beceri fakirleri devletin ve hükümetin güvencesi altına alındı. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural Bey bu konuda devlet görevlilerinin tatmin oldu sözlerinde suç ortaklığının dile geldiğini televizyonlardan haykırdı.

Tüm bunlar ne zaman oluyor? Muhafazakâr değerlerimizin şahlandığı, Atatürk'ün getirdiği akılcılıktan hızla uzaklaştığımız bir dönemde;Türkiye halkı tamamen keçileri kaçırdı mı, yoksa bu ahlaksızlıklar zümresi onun gerçek değerlerini mi yansıtıyor? Bence ne biri ne diğeri. Halk o kadar cahilleşti ki, yaptığı şeylerin veya kendisine yapılanların çoğunun ahlaksızlık olduğunu, bu ahlaksızlıkların er veya geç kendisini zarara uğratacağını, çoluk-çocuğunu süründüreceğini göremez hale geldi, safsatayla uyutulmayı tercih eder oldu.

Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları modernize ederek yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır. Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı "gâvur" dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır. Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir).

Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığımız gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz'den sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu'na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı.

El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı. Büyük (!) Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu? Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz?
Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz.
Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.

Prof. Dr.Celal Şengör