Sayfalar

30 Aralık 2013 Pazartesi

120 MİLYAR DOLAR ZARARIN SORUMLUSU BAŞBAKANDIR



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "17 Aralık'tan bu yana (11 günde) 120 milyar dolar maalesef zarar var. Yazık değil mi, bunu nasıl yaparsınız?” dedi.

Peki, 120 milyar dolarlık bir zarar olduysa sebebi ne olabilir?

“Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturması” başlayınca, Başbakan “hedefin kendisi olduğu” kanaatine vardı. Can havliyle gerilimi tırmandırdı.

Recep Tayyip Erdoğan, olayı “yargı darbesi” olarak algılamasa, gerilimi tırmandırmasa ve şöyle sözler söyleseydi, Türkiye böyle bir krize girer miydi?

“Eğer bugün hâkimlerimiz, savcılarımız hiçbir baskı ve tehdide boyun eğmeden görevlerini yapabiliyorlarsa, güven verici bir gelişmedir. Bundan kim neden rahatsız olabilir? Bunu kim, neden engellemeye çalışabilir? Bakınız ortada son derece ağır, son derece vahim iddialar var. Anayasamıza, yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz.”

Bu sözleri söylemek O’nun için bu kadar zor olmamalıydı.

Çünkü alıntı yaptığım bu cümleleri 21.04.2009 da Başbakan R.T.Erdoğan kendisi söylemişti.

Bugün Tayyip Erdoğan çok farklı bir tavır içinde olmasa ve aynı cümleleri söylese; Yargıya müdahale etmese ve hukukun işlemesine izin verse, bu gerilim ve gerilimden doğan ekonomik kayıp herhalde olmazdı.

Mesela operasyonun hedefinde Halkbank’ın olduğu, ABD’de yapılan bir Halkbank’ı bitirme planının varlığından bahsedip, “Halkbank’ı yedirmeyiz” nutukları atmasaydı, borsada Halk Bankası’nın değeri bu kadar düşer miydi?

C. Savcılığı’nın soruşturmasında banka tüzel kişiliğinin olmadığı, sadece Genel Müdür’ün şüpheli olduğu açıklandı. Genel Müdür’ün gözaltına alınması için de, evinde ayakkabı kutusu içinde 4,5 milyon dolar bulunmasının kuvvetli suç şüphesi oluşturduğu anlaşılıyordu.

Hani Hüseyin Çelik 20.08.2009 da ne demişti? “Sayın Haberal organ nakli yaptığı için, iyi bir cerrah olduğu için içeri alınmıyor. Netice itibariyle kimse sorgulanmaz, hesap sorulmaz, dokunulmaz konumda değildir.” 
Başbakan, Genel Müdür’ü görevden alıp, yerine yenisini tayin etse ve yargılamanın sonucunu sükûnetle bekleseydi, Halkbank tüzel kişiliği bundan zarar görmezdi.

Halk Bankası’nın borsadaki değer kaybından ve diğer zararlardan, sözleri ve yargıya müdahalesi sebebiyle, tek başına Başbakan’ın sorumlu olduğu kanaatindeyim.

Diğer gözaltına alınanlarla ilgili de mesela İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun yatak odasında kuvvetli suç şüphesi oluşturabilecek 7 tane çelik kasa, milyonlar, para sayma makinesi; bütün şüpheliler için belgeler, ses ve görüntü kayıtlarının var olduğu görülmekte.

Bu sebeple yargının işini yapmasını, ama hukuka aykırı yöntemlere başvurulmadan yargılamayı tamamlamasını beklemek gerekirdi.

Bunun yerine Emniyette kritik makamlardaki yüzlerce polisin görev değişikliği yapıldı. Savcıların yanına başka savcılar görevlendirildi, bir başka savcıdan üzerinde çalıştığı yolsuzluk dosyası alındı. Kanuna aykırı şekilde Adli Kolluk Yönetmeliği değiştirildi. Yeni tayin edilen Emniyet Müdürü, yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltıların yapılması yönündeki Mahkeme kararını uygulamadı.

Hiçbir hukuk devletinde olması mümkün olmayan bu gelişmeler Türkiye’nin demokrasi karnesini de, itibarını da, ekonomik tablosunu da hızla kötüye götürmektedir.

Çünkü bir ülkeye yatırım yapacak olanlar, hukuk düzeninin sağlamlığını ve ülkenin itibarını da dikkate alırlar.

Başbakan eğer kendisine ve arkadaşlarına güveniyorsa ve bu ülkeyi birazcık seviyorsa mevcut tavrından vazgeçip, 2009’da konuştuğu gibi, “bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın” demeli ve yargıdan elini çekmelidir.
Ruhittin Sönmez

8 Ekim 2013 Salı

Sonra Ne Diyecek?


Bugün "ilm-i siyaset" alanında becerikli olanlar başarılı sayılıyor. İlm-i siyaset ise gerçekleri "şartlar olgunlaşmadan, zamanı gelmeden" söylememek, doğruyu söylemediği hususlarda da dünyanın tek gerçeğini söylercesine içten ve inandırıcı olma becerisini göstermek" olarak anlaşılmakta.
Hele bu tarz beyanlara "Bizler faniyiz, kalıcı değiliz. Hepimizin gideceği yer, 2 metreküp çukurdur. Biz sizin için varız, sizler için bu işleri yapıyoruz" tarzı damardan cümleler ekleyebiliyorsanız, "başarı"kaçınılmaz olmakta.
Bu davranışların fetvası da hazır: "Harpte hile mubahtır!" (Harp kiminle?)
*****
Bugünlerde basında ve sosyal medyada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aynı konuda birbirine zıt ifadelerine dikkat çeken çok sayıda yazı ve paylaşım yer alıyor. Bir bölümünü aktaralım.
1- Ana dilde eğitim konusunda:
  • Önce, (17 Ağustos 2013 de) "Ana dilde eğitim yok, özel okullarda da yok. Biz ülkeyi bölecek konularda adım atmayız."
  • Sonra, (30 Eylül 2013) "Özel okullarda farklı dillerde eğitimin önünü açıyoruz."
(Daha sonrası için AKP milletvekili Galip Ensarioğlu açıkladı: "Mevcut Anayasa'nın 42. maddesi yürürlükte iken, anayasal yasak olmasına rağmen özel okullar ile bu yasak atlatılmıştır. Ama nihayeti anayasanın değiştirilerek devletin okullarında verilmesidir.")
2- PKK ile Müzakere:
  • Önce, Oslo görüşmeleri deşifre olmadan önce, "Terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız, biz buyuz. Bunlarla görüştüğümüzü söyleyenler, bu alçakça iftirada bulunanlar şerefsizdir."
  • Sonra, "MİT Müsteşarını ben gönderdim."
3- Tek dil Türkçe:
  • Önce, TBMM'de "benim milletimin dili tektir, o resmi dil Türkçedir."
  • Sonra, "Ben ne tek dil dedim, ne tek din dedim, hiçbir yerde böyle bir ifadem yok, bunlar yalan makinesi."
4- Libya'ya Nato Müdahalesi:
  • Önce, "NATO'nun ne işi var Libya'da? Böyle saçmalık olabilir mi? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez."
  • Bir hafta sonra, "NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya gitmelidir."
5- Malatya Kürecik'e Patriot Yerleştirilmesi:
  • Önce, "NATO'dan Patriot talebimiz olmadı, iddialar tamamen asılsız, savunma icra konseyinin başkanı benim, karar verici biziz, benim bundan haberimin olması lazım, benim böyle bir şeyden haberim yok, herhalde sağır duymaz uydurur cinsinden bir haber."
  • Sonra "Türkiye NATO toprağıdır. Patriotlar Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş'a yerleştirilecek."
6- BOP Eşbaşkanlığı:
  • Önce, "Biz, geniş Ortadoğu projesinin eşbaşkanlarından bir tanesiyiz. Şu anda Amerika'nın da düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, genişletilmiş Ortadoğu projesi, yani bu proje içerisinde Diyarbakır yıldız olabilir."
  • Sonra, "Ellerine bir kâğıt almışlar dolaşıyorlar, Amerika'nın projesidir diyorlar, bunu ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar."
7- Kardeşim Esad/ Diktatör Esed:
  • Önce, "içerde sanal tehditler, dışarda düşman ürettiler, milleti korkuttular, Türkiye'nin üç tarafı denizle, dört tarafı düşmanla çevrili dediler, biz ne yaptık, bu anlayışı yıktık, Esad kardeşimle oturduk, iki dost, iki kardeş olduk."
  • Sonra, "Suriye giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır." "Katil Esed hesap verecek."
8- BDP Milletvekilleri:
  • Önce, "Silahlanmaya, ayaklanmaya çağırmak, TBMM çatısı altında olanlara yakışmaz, dokunulmazlık zırhına bürünen bu zevatla ilgili kararımızı, dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle vereceğiz."
  • Sonra, BDP milletvekilleri niyetleri ne olursa olsun, bu ülkenin seçilmiş milletvekilleridir, saygı duymak zorundasın"
9- Bedelli Askerlik:
  • Önce, "parası olan var, olmayan var, parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, parası olmayan askerlik yapacak, ben şahsen Tayyip Erdoğan olarak böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım, çünkü biz yola çıkarken kimsesizlerin kimi olarak çıktık, sessiz yığınların sesi olarak çıktık."
  • Sonra, "Bedeli 30 bin lira."
10- Seçim Barajı:
  • Önce, "seçim barajının düşürülmesi ekonomiyi tehdit eder, arkadaşlar biz ülkemizin ekonomik yapısını tehdit altına sokmak istemiyoruz."
  • Sonra, "Üç farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz, yüzde 10 barajla devam edebiliriz, barajı yüzde 5'e çekebiliriz, barajı tamamen kaldırabiliriz."
*****
Başbakan son günlerde neler söylüyor? Ben öncesini yazayım, siz sonra ne diyebileceğini düşününüz.
11- Ruhban Okulu:
  • Önce, Ruhban Okulu'nun açılması için önce Batı Trakya'da baş müftüyü seçme hakkını soydaşlarımıza versinler, Atina'daki iki tarihi camimizi yapmamıza izin versinler."
  • Sonra, .......
12- Apo'nun Affı:
  • Önce, "asla böyle bir şey söz konusu değil, asla genel af yok, olmayacak"
  • Sonra, .......
13- Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet:
  • Önce, "Biz Afyonkarahisar'dan yola çıkarken, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet dedik. Böyle de gidiyoruz."
  • Sonra, ......
*****
Başkan Bill Clinton döneminde, ABD şaha kalkmıştı. Ancak Clinton, sadece Monica Lewinski olayında,ABD halkına doğruyu söylemediği için rezil rüsva olmuş, 'yalan söylemek' ve 'adaletin tecelli etmesini engellemek' suçlamalarıyla başkanlıktan azledilmesine ramak kalmıştı.
Demokrasi böyle bir şey. Demokratikleşmeyi paketlerde aramaya lüzum yok. Demokrasinin ilk şartı seçmene saygı ve ona doğruları söylemektir.
Keşke insanların önce ne olduğuna, sonra ne söylediğine ve ne yaptığına bakabilsek.
Ruhittin Sönmez

3 Ekim 2013 Perşembe

EMRET BAŞBAKANIM


-          Başbakan çok endişeli..
-          Eh. Öyle de olması lazım. Başbakanların meslek hayatı hep böyle sürer gider. Yıllar boyu gazetelerin birinci sayfalarında çıkmaları gerekir. Ki buna da bayılırlar. Onlar uzun ince bir yoldan giderler. Sevinçten havaya uçtukları zaferden, aşağılık bir başarısızlığa. Ve sonra da milletin yeni kurtarıcısının yolunu açarlar. Buna da demokrasi denir.

-          Şunun cevabını bulamıyorum. İnsan niye Başbakan olmak ister ki?
-          Mesleki tecrübe gerektirmeyen yegâne ve en iyi iş budur da ondan. Eğitim gerektirmez, nitelik istemez, sınırlı bir zekâ yeter.

-          Siz demokrasiye inanıyor musunuz?
-          Demokrasi halkın iradesini icra etmek olmamalı. Halk adına karar verecek nitelikte olanların siyasetine, halkın rızasını almayı garantilemek olmalı.

-          Kimler gibi mesela?
-          Bizler gibi tabi. Tüm seçmenler bizim kadar zeki olsalardı o zaman bu iş (demokrasi) yürürdü.
Bu diyalog meşhur “Emret Başbakanım” dizisinin yeni bölümünde yer alıyor. BBC yapımı olan, 1980’li yılların bu TV dizisi TRT’de de yayımlanmıştı. “Hükümete ve devlet yapısına yönelttiği sert eleştirilerle” dikkat çeken dizi, şimdi yeniden farklı sanatçılarla çekilerek yayımlanıyor.
Güçlü bir bürokratik geleneği olan İngiltere’de siyasiler ile bürokratların işbirliği ve çatışmaları çok çarpıcı. Başbakanlıkta bizim “müsteşar” olarak nitelendirebileceğimiz “daimi sekreter” olarak çalışan Sir Humphrey ile Başbakan’ın “özel sekreteri” Bernard arasındaki geçiyor bu konuşma.
Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin eski güçlü bürokratik geleneği yıkıldığı için, “daimi sekreter” Sir Humprey’in ağzından dile getirilen “demokrasi” anlayışı, bizde iktidardaki siyasilerin anlayışını yansıtmakta.
Başbakan veya yakın çevresinin, halka karşı farklı konuşsalar da, içlerindeki samimi inancın şu olduğu kanaatindeyim: “Halk adına karar verebilecek nitelikte olan benim. Demokrasi halkın iradesini icra etmek değildir. Benim siyasetime halkın rızasını almaktan ibarettir.” Burada da halkın tamamının değil, yüzde ellisinin rızasını almak yeterli görünmektedir.
Başbakan’ın bu anlayışı yansıtan şu cümlelerini hatırlayınız: “Önce haddini bileceksin. Ne platformu olursan ol... Ayaklar ne zaman baş olmaya başladı?” “Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar."
*****
Bu zihniyetin uygulamasını da bugün açıklanan “demokrasi paketi”ne bakarak bulabiliriz.
Bu paketler, Yılmaz Özdil’in son kitabında yazdığı gibi AKP iktidarının ilk yıllarında başlamıştı: “2003 yılındaAB’ye uyum ayaklarıyla Eve Dönüş Yasası zart diye Meclis’ten geçti. Bu yasanın aslında ne anlama geldiğini PKK’yla arası çok iyi olan gazeteci Mehmet Ali Birand köşesinde yazdı. ‘Kandil Dağı’ndaki suça karışmamış PKK’lılar Türkiye’ye dönecek, Murat Karayılan, Cemil Bayık gibi 100 kadar PKK yöneticisi, siyasi göçmen olarak Norveç’e gönderilecek, Norveç’le görüşmeler başladı’ dedi.”
Seneler sonra MİT’in PKK ile Oslo’da masaya oturduğu ortaya çıktı.
Ancak bütün bu yapılanlar bizzat Başbakan’ın öncülüğünde AKP yetkilileri tarafından hep yalanlandı. “PKK ile müzakere yapılıyor” diyenler “şerefsizlikle” suçlandı. Bu manaya gelebilecek yazı, karikatür vb yayınlara karşı davalar açıldı.
2013 Haziran ayından bu yana PKK’nın Kandil’deki bir numarası dâhil çok sayıda militana eve dönüşyolunun açılacağı yeni düzenleme hazırlıkları devam ediyor. “Kışanak ve Demirtaş yetmez, demokratikleşme için Bayık, Karayılan ve Öcalan da Meclis’te olmalı” diyenlerin paket’e oyu bellidir:“Yetmez ama evet.”
*****
Emret Başbakanım” dizisinde, “siyasetçilerin basın ve seçmen karşısında YALAN SÖYLEMEKSIZINherkesin duymak istediğini söylemesi, buna rağmen kendisini bağlayıcı sorumluluk altına girmemesisergileniyordu.”
Türkiye’de Başbakan da bunu taklit eden örnekler vermişti: Mesela İstanbul Belediye Başkanı’yken katıldığı bir TV programında bir vatandaş telefonla yayına bağlanarak “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye sormuştu. Erdoğan’ın cevabı “seviyorum desem inanmayacaksın, sevmiyorum desem zil takıp oynayacaksın”olmuştu.
PKK ile görüşmeler açığa çıktığında da “ben görüşmüyorum, devlet kurumları görüşüyor”; bir süre daha zaman geçip şartlar değişince de, “MİT Müsteşarını görüşmek üzere ben görevlendirdim ama pazarlık söz konusu değil” diye konuşmuştu.
Bunlar “evet” veya “hayır” diye cevap verilebilecek basit sorulara, uzunca dolambaçlı cevaplar verilmesi suretiyle sorumluluktan kurtulma çabalarıydı. Ancak “Emret Başbakanım” dizisindeki Başbakanın “yalan söylemeksizin, kendisini bağlayıcı sorumluluk altına girmemesini sağlayan” zekâ ışıldayan cümlelerinin yanında bunlar çok sönük kalıyordu.
*****
Arslan Bulut şu soruyu onlarca defa sordu: “Tayyip Erdoğan, 2001 yılında New York’tan gönderilen ve özeti ‘Yerel yönetimlere özerklik vermeyi kabul etmeniz halinde yeni kuracağınız partiyi destekleyeceğiz’şeklinde olan 3,5 sayfalık gizli belgeyi, AKP’nin programı haline getirmedi mi? 11 yıl önce verdiği söz, bu söz değil midir?”
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı paket, kendi ifadesiyle, “Türkiye'de şartlar oluştuğu; engeller, dirençler ortadan kalktığı için 11 yıllık zincirin bir halkası olarak” açılıyor ve NIHAI HEDEFE KADAR yeni paketler açılacak.
“Özel okullarda başlatılacak Kürtçe ve diğer dillerde eğitim ve Kürtçe kamu hizmetlerine erişim”, Kürtçe ve diğer yerel dillerde propaganda yapılabilmesi, Kürtçede kullanılan w,q,x harflerinin serbest olması,“özerklik adımlarının atılması,” “BDP’nin Hazine yardımından yararlanması” ile Türk insanı nasıl özgürleşecek, nasıl daha demokrat bir ülke olacağız? sorularına cevap verilemeyeceği için, kamu kurumlarında başörtüsü serbestliği vb bazı düzenlemelerle olay örtülmek isteniyor.
Halkın iradesini icra etmek yerine, “büyük oyunun” sahiplerinin planlarına uyuluyor.
Mesele şudur: Millet demokrasi ambalajına sarılmış bu ABD/PKK planına destek verir mi?
*****
Ben söylesem inanmazlar. Bir ABD Başkanının sözüne itibar ederler. Abraham Lincoln’ün sözü ile bitirelim:
“Herkesi bir kere kandırabilirsiniz, birini her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandırmazsınız."

30.09.2013

Ruhittin SÖNMEZ

25 Eylül 2013 Çarşamba


BUNLAR NEDEN YAPILIR, BİRİ BİZE AÇIKLASIN


Taraf Gazetesinde Mehmet Baransu birkaç ay önce “İktidarın Ömrü Uzun Sürmez” başlıklı bir yazı yazmıştı. Bu yazıda hükümetin yaptığı bazı düzenlemeler hakkında şu bilgileri vermişti:
“AK Parti ‘hırsızlık, yolsuzluk, usulsüzlük yapanlar’ ve bunların kamudaki ortaklarını kurtarmak için son bir yıldır gece yarısı bir dizi düzenleme yapıyor.
·         Önce ‘Özel Yetkili Mahkemeler’in inceleme alanına giren yolsuzluk ve usulsüzlük yapanların örgüt kurmakla suçlanıp yargılandığı “çıkar amaçlı suç örgütleri” yasası değiştirildi.
·         Ardından ‘ihaleye fesat karıştıranlara’ verilen cezanın süresi 12 yıldan üç yıla indirildi. Bu düzenlemeyle yolsuzluk yapanlar ve ortakları af kapsamına sokuldu.
·         Bir sonraki adım Kamu İhale Kurumu Yasası’ndaki düzenleme oldu. Hırsızlarla ortaklık yapan AK Parti’nin kamu kurumundaki elemanları ve bakanlar bir kez daha yargıdan kaçırıldı.
·         Zincirin son halkası ise Sayıştay Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklik oldu. Sayıştay artık etkisiz bir kurum olarak, yolsuzluk ve usulsüzlükleri tek başına inceleyemeyecek.
Mehmet Baransu, malum “kendisine gönderilen bavul dolusu evrakı”, 20 Ocak 2010 da gazetesinde yayımladıktan sonra adliyeye teslim etmesiyle, tarihi “Balyoz Davası”nı başlatan kişi. O “Balyoz Davası” ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden (orgeneral ve oramiraller de dâhil olmak üzere) çok sayıda muvazzaf ve emekli subay tutuklu ve yargılanmakta. Bu sebeple Baransu’yu “TSK’nın yapısının değiştirilmesi sürecinde” hükümete yardımcı olan önemli bir figür sayabiliriz.
Mehmet Baransu, “İktidarla yollarımı neden ayırdığımı merak edenler, bu yazımı bir kez daha okuyabilir. Cemaat ‘saçmalığına’ düşmeden!” açıklamasıyla, bu tür hukuki düzenlemelerin iktidarla yollarını ayırmakta önemli olduğunu ifade ediyor. “Bir kaynağından” aldığı bilgiyle hükmünü veriyor: “Yapılanlar yok edilmeyecek bir şekilde devlet arşivlerinde kaydediliyor. Gerçekler bir gün ortaya çıktığında iktidarın ömrü öğlenden ikindiye kadar sürmez.”
*****
Eski Bakanlardan Rifat Serdaroğlu güncel siyaseti yakından takip ediyor ve sert bir muhalefet üslubuyla, fikirlerini sosyal medya üzerinden paylaşıyor. Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı görevleri yapan Serdaroğlu’nun yazıları internette belki de yazılı basından daha çok okunuyor. Son olarak 18 Haziran 2013 tarih ve 2013/4907 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan İslam Kalkınma Bankası Türkiye Ofisinin Kurulmasına dairBakanlar Kurulu Kararı ve TC Devleti ve Banka arasında imzalanmış antlaşmayı gündeme taşıdı.
Önce İslam Kalkınma Bankası hakkında şu kısa bilgiyi veriyor: “Banka 1974 yılında kuruldu, merkezi Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindedir. İKB’nin 56 üyesi bulunmasına rağmensermayenin çoğunluğu Suudi Hanedanındır. Yani patron Suudilerdir. Cumhurbaşkanı Gül, 1983-1991 yılları arasında bu bankada ‘ekonomi uzmanı’ olarak çalıştı.”
Bakalım aşağıdaki maddeleri okuduğunuzda siz de Rifat Serdaroğlu’nun şu hükmüne katılacak mısınız?
“Türkiye’nin kendi Merkez Bankasına vermediği “yetki ve koruma zırhını” Suudilerin Bankasına verdiğini gördük. Sanki yeni Merkez Bankamız, Suudilerin İslam Kalkınma Bankası olmuştu!”
Suudilere tanınan ayrıcalıklar;
Madde 5-1: TC’ nin idarî-adlî-askerî veya polisinden herhangi bir görevlisi veya temsilcisi veya TC dâhilinde Kamu otoritesi gücü kullanan başka bir kişi, Banka Grubunun veya Ofis Başkanının izni olmadan ofis mahalline giremezler.
Madde 5-2: Bankanın tüm arşivleri ve genel anlamda tüm dokümanlar ve bankanın elinde bulunan tüm veriler her zaman ve her yerde dokunulmaz olacaktır.
Madde 7-1: Resmi faaliyetleri kapsamında Banka Grubu ve ülke ofisi, taşınır-taşınmaz mülkü, faiz veya sermaye kazancı veya döviz kazancı gibi her türlü geliri dâhil varlıkları, bunun yanı sıra mal ve hizmet alımları dâhil, faaliyetleri ve işlemleri KDV, ÖTV, tevkifat ve damga vergisi dâhil, fakat bunlarla sınırlı olmamak üzere, doğrudan ve dolaylı vergi ve harçtan muaf olacaktır.
Madde 11-1: Banka Grubu ve ülke ofisi ile kurulacak tüm iletişim, gönderme vasıtasına ve şekline bakılmaksızın, sansürden veya başka türlü dinlemeden ve müdahaleden masundur.
Madde 11-3: Banka Grubu ve ülke ofisi TC’ de, noktadan-noktaya telekomünikasyon tesisleri kurma ve işletme hakkına sahip olacak, bunlara telsiz alıcı ve verici istasyonu veya istasyonları, uydu alıcı-verici istasyonları kurabilecektir.
Diğer imtiyazlar için Resmi Gazete’de yayımlanan sözleşme metninin tamamını okuyabilirsiniz.
Bakanlar Kurulu’nun yetkisini aşarak, T.C. Devletinin “hükümranlık hakkı”ndan ve “vergi alma hakkı”ndan feragat etmesi anlamına gelen bu sözleşme neden yapılır ve böyle bir Bakanlar Kurulu Kararı nasıl alınabilir?
Bu yazının yer aldığı sosyal medyaya yorum yazan vatandaşların bir kısmının aklına hemen Mehmet Baransu’nun fikrinin benzerleri gelmiş: “Bu karar düşündürmektedir ki, bu bankada devleti soyanların, PKK'nın ve daha birçok gizli örgütün paraları, yolsuzluk ve rüşvet gibi haksız kazançlar muhafaza edilebilir.”
İslam Kalkınma Bankası “Müslüman toplumların ekonomik kalkınmalarına katkıda bulunması” beklenen bir kuruluş. Bu banka ve devletimizi yönetenler hakkında böyle olumsuz düşüncelere yol açan düzenlemelerin varsa makul bir gerekçesi, lütfen bunu güvenilir bir yetkili bize açıklasın.
*****
PKK’nın isteği üzerine hazırlanan “demokratikleşme paketi” de yukarıda örneklerini verdiğimiz düzenlemeler gibi kamuoyunun gözünden kaçırılarak, tartışılmadan, kapalı kapılar ardında hazırlanıyor. Başbakan Erdoğan kendi ifadesiyle “Türkiye’de şartlar oluştuğu; engeller, dirençler ortadan kalktığı için 11 yıllık zincirin bir halkası olarak gerçekleştiriyor.” Meclis çoğunluğuna güvenerek muhtemelen yine gece yarısı oylamalarıyla Meclis’ten geçirecek.
T.C. Devleti’nin ülkemizin bir bölgesinde resmi dairelere çekilmiş olması ve adeta egemenliği devretme hazırlıklarının hızlandığını gösteren gelişmeler gibi, bu operasyonun muhtemel tamamlayıcısı olan “demokrasi paketi” de endişe verici.
Bütün bunlar neden ve niçin yapılıyor? Biri bize açıklasın.


23.09.2013
Ruhittin Sönmez

12 Nisan 2013 Cuma

NERDEYIZ ?


NERDE OLACAĞIZ?

KALEM VE KELAMIN BİTTİĞİ,

UÇKURUN DOKUZ YERDEN KOPTUĞU,

ZALİMİN TUTTUĞUNU YAPTIĞI,

MERTLİĞİN ELDEN GİTTİĞİ 

YERDEYİZ!

TÜRKİYE'DE YAŞAYAN HALKLAR


Diller, dinler, renkler, ırklar insanlık gerçeğidir. Zaman içinde hepsi bir diğerine geçiş yapmış yeni toplumsal ortamda kimlikler kazanmışlardır.

Ancak hangi çeşitten olursa olsun hepsi insandır ve dünyalıdır.
Evrensel beyannamelerde vurgulanan temel gerçeklik budur.

Türkiye; tarih boyunca birçok ırkın yaşadığı, farklı ırkların gelip geçtiği ülkedir. Yerli ırklar yanında, Moğol ve Timur işgallerinde Asyalıların, haçlı savaşlarıyla Avrupalıların, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arapların ve Afrikalıların gelip yerleştikleri yerdir.
Yüzyıllar boyunca ve şimdi de Türkiye’de; hoşgörü ve sevgi ortamında her dinden her ırktan her mezhepten insan bir arada yaşıyor.

Etnik Mozaik Kavramı Uluslararası bir örnek olarak Almanya örneği;

Almanya’nın bir etnik sorunu yoktur. Almanya’da bir Alman Ich bin stolz deutsch zu sein dediği zaman herkes o adama gıpta eder.
Almanya’nın schleswieg holsstein eyaletinde 8 milyon Danimarka kökenli yaşar. Zahr eyaletinde 3 milyona yakın Fransız yaşarken, genelde 3 milyona yakın Türk kökenli yaşıyor. Almanya’da herhangi bir açılım söz konusu mu? Alman kimliğini değiştirelim diyen var mı?

Fransa Örneği;

1978 istatistiklerine göre Fransa’da 17 etnik gurup mevcuttur.
(Andrews’ün yaklaşımıyla 80’ni aşmaktadır.) Söz konusu 17 grubun genel nüfus içindeki oranı %19’dur ve bu guruplardan 16’sının nüfusu 100.000’in üzerindedir. (Türkiye’de etnik gurupların toplam nüfus oranı % 11.87 ve nüfusları 100.000 üzerindeki gurup sayısı sadece 5
tir.) Bu tabloya rağmen Fransa’da ne mozaik sözü edilir, ne de Fransa için mozaik nitelemesi yapılır.

Fransa haklı olarak mozaik nitelemesini reddettiği gibi, milli azınlık kavramını da benimsememektedir. Fransa 1992 yılında anayasasının 2.
maddesini Fransızca Cumhuriyetin anadilidir, şeklinde değiştirmiştir.
Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan ve 11 üye ülkenin imzaladığı Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’na taraf olmamıştır. Fransa Anayasa Kurulu 1991 deki kararında Fransa halkının unsuru Korsika halkı ifadesini anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Üniter bir devlet olarak millî bütünlüğünü 100 yıla aşkın bir süre önce pekiştirmiş olan Fransa’nın etnik guruplara bakışı hiç değişmemiştir.

Bu yapıda bu zihniyette bir Fransa, etnik bir mozaik olarak tanımlanmazken, eleştirilmezken, Türkiye’yi mozaik olarak nitelemek sadece bilimi inkar değil gaflettir.

TC. Nüfus sayımları (1927-1965) DİE’nin 1965 nüfus sayımına göre, halkın ana dilinin;

% 90.11′i Türkçe

% 7,07′si Kürtçe,

% 1.16′sı Arapça,

% 0.48′i Zazaca,

% 0.18′i Çerkezce,

% 0.09′u Gürcüce,

% 0.08′i Lazca,

% 0.07′si Pomakça,

% 0.06′sı Boşnakça,

% 0.04′ü Arnavutça

% 0.66′sı diğer diller.

ABD Ethnologue data from: Languages of World P.A. Andrews – 2001) Nufüsun;

Türk % 86.21

Kürt % 8.36

Çerkez % 2.14

Arap % 1.63

Zaza % 0.53

Laz % 0.02

Diğer % 1

2000 yılında; Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi’ndeki öğretim görevlilerine MGK tarafından hazırlattırılan ve 68 il, ilçe, köy, mahalle ve sokaklar tek tek dolaşılarak tespit edilen ve sonuçları açıklanmayan Türkiye’deki Etnik Grupların Dağılım Raporu, Malatya’daki kitabevi cinayeti davası dosyasındadır.

İşte o rapora göre Türkiye’deki etnik grupların nüfuslarının dağılımı:

Türkler: 55 milyon.

Zazalar: 3 milyon civarında

Kırmançlar, Solhaniler, Barzanlar, Ermeni Kürt; 6.5 milyon.

Gürcüler: Ağırlıklı olarak Ordu, Artvin, Samsun ve Marmara bölgesinde
1 milyon. Boşnaklar: Adapazarı, İzmir ve Manisa’da, Boşnaklar 2 milyon.

Çerkezler: Değişik şehirlerde yaşayan Çerkezler 2.5 milyon.

Araplar: Güney illeri ve İstanbul’da, 870 bin olarak gösteriliyor.

Arnavutlar: Türkiye’deki nüfusları 1 milyon 300 bini aşmış durumda.

Lazlar: Rize, Artvin birkaç köyünde ve birkaç Marmara şehrinde, 80 bin.

Hemşinliler: Lazlar gibi Rize ve Artvin’in bazı ilçelerinde, 13 bin.

Pomaklar: Bazılarına göre Türk veya Slav ırkından olan Pomaklar da 600 bin.

Çingeneler; 700 bin

Ermeniler; 60 bin

Yahudiler; 20 bin

Rumlar; 15 bin

Süryaniler; çok az sayıda.

Toplam nüfusta Sunni oran: yüzde 85

Toplam nüfusta Alevi oranı: Yüzde 9.

Türk, Türk Milleti kavramlarını anlamayanlar, anlamak istemeyenler; yüzyıllardır bu vatanda hangi devletin var olduğunu, bu topraklarda yaşayanların dünyadaki farklı halklarca hangi kimlikle tanındığını ve hangi ortak dilin konuşulduğunu algılamalı ve bilmelidirler.

Türkiye’de yaşayan bütün halklar; bir bütündür, bir millettir,

Türk Milleti; Türkiye’de her etnik grubun ortak tarih, ortak kültür, ortak gelenek görenek, ortak vatan anlayışında bir arada olanların oluşturduğu tunç gibi sağlam bir millettir.

Türkiye; renkleri açmış çiçek bahçesidir. Kimse bu çiçekleri soldurmasın.

Günün Sözü: İnsanı; ırk, dil, din değil, insan olma bilinci, insan yapar.

Nurullah Aydın

3 Nisan 2013 Çarşamba

"KÖRMÜSÜN.​.?"..

Ey Türkoğlu... Kendine gel kendine!

Devletini deliyorlar kör müsün?

Düşmeyelim şu Batı`nın fendine

Kırk elekten eliyorlar, kör müsün?

Batı hep böyledir, borç verir önden,

Vatan ister vatan, yurt ister senden.

İktisadî yönden, coğrafi yönden,

Kuşatmaya alıyorlar, kör müsün?

 `Türkiye, Türklerden nasıl alınır?`

 Hesabı yapanla dost mu olunur?

Hangi dağda hangi maden bulunur,

Bizden iyi biliyorlar, kör müsün?

Batılı diyor ki `şu kanun gerek`,

Biz de sanıyoruz bal ile börek. `

İnsan hakkı`, `demokrasi` diyerek,

Ne hainler buluyorlar, kör müsün?

Hain çünkü; bunlar almış doları,

Alınca Batı`ya vermiş yuları;

Bunlar şu AB`nin kadim kulları!

 AB diye meliyorlar, kör müsün?

Bazınız belki der; `kim bunlar, nerde?`

Nerde deme nerde, bunlar her yerde;

 Şehirde, kazada, hatta köylerde,

Akılları çeliyorlar, kör müsün?

Bunların içinde kim yok ki, oof, of!.

 Kimisi medyatör, kimisi prof.

Seçtiklerin bile kof çıktılar kof,

Aynı telden çalıyorlar, kör müsün?

 Son seçimde vebal attın boynundan,

Müslüman seçmiştin, emindin bundan!.

Bunun bile haç çıkıyor koynundan,

Frenk k..ı yalıyorlar, kör müsün?

İşte bu AB`ci aydın(!) zevatlar;

AB`yi överken göbeği çatlar!..

Pamuklar, yamuklar, bazı g...tlar,

Ermenici oluyorlar, kör müsün?

AB için her bağımız hiç artık,

Kan bağıymış, dil bağıymış geç artık,

Türkiye`de Türküm demek güç artık,

Türk adını siliyorlar, kör müsün?

AB ne yapıyor, bak vurup vurup?..

 Mozaik diyorlar mermeri kırıp!..

Kürt`ü Türk`ten, Türk`ü Kürt`ten ayırıp,

Dilim dilim diliyorlar, kör müsün?..

Sonra Kürt`ün çocuğunu kandırıp, `

Hasan Sabbah` gibi tam inandırıp,

Büyütüp besleyip, silahlandırıp,

Üstümüze salıyorlar, kör müsün?

Bırak be milletim, gafleti bırak!

Aç gözünü artık, şu piçlere bak!

Vatanında bayrağını yırtarak,

Ay-Yıldız`ı yoluyorlar, kör müsün?

 Açık artık felakete gittiğin,

Günden güne tükendiğin, bittiğin!

Davul zurna ile asker ettiğin,

Evlatların ölüyorlar, kör müsün?

Kör müsün diyorum, hiç kızma, affet;

Zıvanadan çıktım, nedir bu gaflet?

Savaş var karşında devlet yok devlet,

Sinsî sinsî geliyorlar, kör müsün?

Bakın `yankiler`le verip el ele,

Çakalken it oldu iki hergele!..

Talabani bile, Barzani bile,

Paçamıza dalıyorlar, kör müsün?

 Zaten PKK`yı kuran da Batı,

Kurup arkasında duran da Batı,

Bizi sırtımızdan vuran da Batı!..

Ensemizde soluyorlar, kör müsün?

Bitsin artık `dostuz, mostuz` mavalı,

Gördük işte en dost olan düveli!

Başımıza kim geçirdi çuvalı?!..

 Bir de kıs kıs gülüyorlar, kör müsün?

 Vaşington, Brüksel, Strazburg, Roma,

Arif, bunlar dost mu olur adama?

Felaket tellalı değilim ama,

Türkiye`yi bölüyorlar, kör müsün?!..

Ozan Arif

Çanakkale Şehitleri

Bu konuşma metni İstanbul Lisesi Tarih Öğretmeni Gül Yayla tarafından 18 Mart 2011 tarihinde yapılmıştır... ** * Sayın misafirlerimiz, Sarı-Siyahlı camianın değerli mensupları, sevgili arkadaşlarım ve sevgili öğrencilerim, Bir 18 Mart töreninde; nedense adı son zamanlarda "Şehitleri Anma Günü" olarak değiştirilmiş olan "Çanakkale Zaferi"ni kutladığımız günde beraberiz. Bugün 18 Mart 2011. Yani 18 Mart, 96 yıl sonra bugün; Çanakkale Zaferleri'nin simgesel kutlama günüdür. Simgesel diyorum çünkü Çanakkale Savaşları 1916'ya kadar devam etmiştir. Elbette Deniz Savaşları'nın kazanıldığı gündür 18 Mart. Ancak kara savaşları bütün hızıyla aylarca devam eder. Tarihin en kanlı savaşlarındandır Çanakkale Kara Savaşları. Gelibolu gibi ufacık bir kara parçasında; deyim yerindeyse avuç içi kadar bir toprakta yaşanır. Öyle ki; ölen insanlar ayağa kalkacak olsa, savaştıkları alana sığmaz. Çanakkale Kara Savaşları'ndan söz etmeden; böyle bir günü yalnızca "anma" gününe çevirenlerin zihniyetleri, gerçeklere, tarihe ve bize uzaktır. Bu savaşların baş sorumlusu İngiliz Bahriye Nazırı yani Denizcilik Bakanı Churchill şöyle diyor: "Yenilmez armadamızın üçte biri sulara gömüldü. Üçte biri kullanılamaz hale geldi. Başarısızlığımız savaşı 2,5 yıl uzattı. 8,5 milyon Avrupalının ölümüne neden oldu. Rusya'da komünistler yönetimi ele geçirdi. Bu olaylar vuku bulurken 30 milyon insan öldü.. Biz Boğazı geçemeyince; Müslümanlar, diğer Asyalılar, Avrupa'nın ihtişamından şüphe etmeye başladılar. Biz Hindistan, Pakistan, Bengladeş'teki gücümüzü kaybettik; diğer Avrupalılar da sömürgelerindeki güçlerini..." Evet! Churchill'in kendi ifadesidir. Çanakkale Savaşları'ndan 6 ay sonra, kendinin ifade ettiği başarısızlığından dolayı rütbeleri tenzil edilmiş, İngiliz Bahriye Nazırlığı'ndan istifa etmek zorunda kalmış, savaş konseyinden uzaklaştırılmıştır. Çanakkale Zaferimiz üzerine bir savaş lideri olarak görev yapmasına imkan kalmayınca, bir asker olarak ülkesine hizmet etmek istemiş, o zaman da kendisine tenzil-i rütbe ile ancak binbaşı rütbesine karşılık gelen tabur komutanlığı görevi verilmiştir. Tarihin garip tecellilerindendir. Bir başka komutan Çanakkale Savaşları'ndaki başarılarından dolayı Nisan 1916'da Tümgeneralliğe yükseltilmiştir. Tümgenerallik rütbesini getiren Arıburnu, Anafartalar, Conkbayırı, Kireçtepe isimleriyle özetlenebilecek zaferleridir. Biz O'na Atatürk dedik. Çanakkale Savaşları, gökten saf saf inen sakallı, sarıklı, yeşil cüppeli ruhani varlıklar tarafından kazanılmadı. Çanakkale Savaşları, aniden bastıran sisler, 3'ler 7'ler 40'lar nedeniyle de kazanılmadı. Çanakkale Savaşları "dinlerin savaşı"dır diyenler ne büyük hata içindedirler... Siz hazırlıktayken birlikte görmedik mi İngiliz mezarlıklarındaki Müslüman İngiliz askerlerinin isimlerini? Bundan daha vahimdir, Çanakkale'de kıran kırana bir mücadele yaşanıyorken, güneyde Müslüman Araplar'ın, İngilizler'le ittifak yaparak, yine Müslüman olan Türkler'e saldırması... Bunları mutlaka bilmelisiniz... Çanakkale dinlerin savaştığı yer değildir. Devletini ve başkentini kurtarmaya çalışan Türkler'in, emperyalist batıyla yüz yüze geldiği yerdir. Çok dar boğazdır. Çok da zor... "Çanakkale Zaferi"nden ya da "Şehitleri Anma Günü"nden söz ederken, Mustafa Kemal adını söylemekten çekinenler; ya da bilinçli olarak söylemeyenler hakkında verilecek hükmü size bırakıyorum... Diyor ki Mustafa Kemal Atatürk; "Millet boşuna ölmez, kan boşuna dökülmez. Eğer zaferler o milletin hayatında derin değişiklikler yapmazsa ve de ona milli güven sağlamazsa, bazı budalaların, onunla böbürlenmesinden başka bir işe yaramaz." Çanakkale Savaşları ve Zaferleri Türkler'in hayatında derin değişiklikler yaptı. Öncelikle; Mustafa Kemal adı bayrak bayrak dalgalandı Anadolu'da, Bu zaferler, şayak kalpaklı, çakmak gözlü devin milli liderliğini hazırladı, 19 Mayıs 1919'da Samsun'da Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatıyorken, O'nu Çanakkale'deki zaferleri nedeniyle tanıyan bir Anadolu halkı ile kucaklaştı, Şayak kalpaklı, mavi gözlü dev, milletinin hayatında derin değişiklikler yaptı. Hem de padişah olmadan, halifeliği kabul etmeden, şeyh-şıh-hoca-derviş-evliya sıfatlarının arkasına sığınmadan, İnsanları, ümmeti olarak değil, milleti olarak arkasından sürükleyerek derin değişiklikler yaptı, Ümmet ve kul iken daha kolay yönetilecek halkını, vatandaşlık bilincine ve birey olma özelliklerine kavuşturarak, derin değişiklikler yaptı milletinin hayatında. Bu dev adam, 300 yıldır ihmal edilmiş, cehaete terk ve teslim edilmiş Anadolu bozkırından büyük bir vaha yarattı. Bütün bunları okuyup-üfleyerek, dini siyasete alet ederek, yüzyıllardır olageldiği gibi gücünü arttırabilmek için sırtını din adamlarına dayayarak yapmadı... Ülkemin umudu, yaşlanacağım günlerin sigortası olan gençler; siz İstanbul Liseliler bunları mutlaka bilmelisiniz. Unutmamalısınız. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunamaz. Bu görüş ve anlayışla; İyi düşünen ve düşündüklerini uygulayan, Hiçbir kurum, kişi ya da cemaatin siz ve düşüncelerinize hükmedemediği, Özgürlüğün bedelini çok ağır ödemiş bir milletin mensubu olarak, özgürlüğün değerini iyi bilen, Hiçbir bedel karşılığında düşüncelerini ve kimliğini satılığa çıkarmayan, Bilgilerini şu veya bu türlü dogmalardan değil, bilimden kaynaklandıran bireyler olacağınıza inanıyorum. Gül YAYLA...