Sayfalar

22 Kasım 2011 Salı

Suriye’ye Olası Bir Askeri Müdahele ve Düşündürdükleri

Suriye üzerindeki uluslararası baskının arttığı bir ortamda Esad rejimini iktidardan uzaklaştırmak adına askeri güç kullanımını tavsiye eden görüşler daha sıklıkla dile getirilmeye başlandı. Buna paralel olarak Türkiye’nin bu yöndeki bir oluşumda liderlik rolü oynaması gerektiğini savunan görüşler de daha fazla duyulmakta.

Arap Birliği’nin Suriye’ye verdiği ultimatom ve onu üyeliğini askıya almakla tehdit etmesi, Esad rejiminin Arap ulusları arasındaki meşruiyetinin sorgulanmaya başladığını gösteriyor. Batılı devletlerin, başta ABD ve Fransa olmak üzere, perde arkasından da olsa olası bir askeri müdahelenin meşruiyet zeminini hazırlamaya başladıkları da neredeyse herkesin malumu. Ayrıca son günlerde Esad’ın artık iktidardan uzaklaştırılmasının zamanının geldiğini ve bunun İran’ın bölgedeki etkisini ciddi oranda sınırladıracağını öne süren makaleler yayınlanmakta. Böyle bir iklimde şu ana kadar Esad rejimine destek vermekte olan Rusya, Çin ve İran bu yöndeki politikalarını uzun süre devam ettiremeyebilirler. Esad rejiminin sadece içerden çökmesi gerektiğini düşünen çevreler, yaşanacak bir iç savaşın komşu ülkelere sıçraması ve ciddi insan kayıplarına sebep olması durmunda dışarıdan askeri bir müdaheleye kolayca karşı gelemeyebilirler.

Böyle bir ortamda Türk dış politikasnı meşgul eden soruların en önemlisi hiç kuşkusuz Türkiye’nin olası bir askeri operayona katılıp katılmaması, katılacaksa da bunun ne şekilde olmasıdır. Hangi şartlar altında Türkiye uluslararası askeri bir operasyona katılmalı ve böyle bir oluşuma liderlik etmelidir. Bu sorulara verilecek cevaplar Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda takip edeceği dış politikanın içeriğine dair önemli ip uçları vereceği gibi, Türkiye’nin dışarıdan nasıl algılanacağında da belirleyici olacaktır.

Üst düzey bazı yetkililerin yapmış oldukları açıklamalara göre, Türkiye’nin olası askeri müdahalesi bazı şartların oluşmasına bağlı gözükmektedir. Buna göre, Suriye’de etnik ve mezhepsel bir iç savaş yaşanması, bu savaşın Halep ve Şam gibi büyük şehirlere sıçraması ve ciddi insani kayıplara sebep olması, bir iç savaş neticesinde önemli sayıda Suriyelinin Türkiye’ye göç etmesi ve bunun Türkiye’nin iç istikrarını olumsuz yönde etkilemesi Türkiye’nin müdahelesini tetikleyebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin müdahelesi için olmazsa olmaz addedilen şart olası bir askeri müdahelenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin hepsi tarafından onaylanmasıdır. Uluslararası bir niteliği olan, mümkünse Arap ülkelerinin onaylarının alındığı ve de BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin hepsinin olur verdiği bir operasyona Türkiye’nin katılması daha kolay olur.

Şu ana kadar Türkiye’nin askeri olmayan yöntemlerle sonuç almaya çalıştığını biliyoruz. Bunlar arasında Esad rejiminin uluslararası izolasyonuna destek verilmesi, ikili ticari ilişkilerin askıya alınması, muhalif unsurların toplantılarına ev sahipliği yapılması ön plana çıkanlardır. Bunların sonuç vermesini beklemek ve askeri müdaheleden olabildiğince kaçınmak Türkiye’nin çıkarına olsa da, Türkiye kendsini askeri bir müdahelenin içersinde bulabilir.

Bunun dışında kesin olan bir şey varsa o da yukarıda bahsi geçen şartların oluşmasını beklemeden olası bir askeri müdaheleye öncülük etmenin Türk dış politikasında tamiri zor hasarlara yol açacağıdır. Böyle bir durumda Türkiye’nin yumuşak güç unsurları yerine sert güç unsurlarına dayanan bir dış politika anlayışını takip etmeye başladığı algısı güçlenecektir. Bölge ülkeleriyle olan ilişkiler, özellikle de İran’la, daha fazla bozulacaktır. Hali hazırda Ankara ile Tahran arasında Şam üzerinden yaşnmakta olan rekabet ve bilek güreşi daha ileri seviyelere geçecek ve bu kaçınılmaz olarak İran’ın nükleer silah elde etme yönündeki hevesini körükleyecektir. Unutmamak gerekirki Esad’ın güç kullanılarak devrilmesi gerektiğini savunanların kullandıkları en önemli gerekçe bunun İran’in bölgedeki etkisini zayıflatacağı ve İran’ın köşeye sıkışmışlığını artıracağıdır. Kendisini köşeye sıkışmış hisseden İran’ın rasyonel olmayan davranışlar sergileyeceğini tahmin etmek zor değildir.

Bu bağlamda Suriye’de yaşanaların Türkiye’nin iç işi olmadığı, ülkenin iç güvenliğini çok da olumsuz yöde etkilemediği algısı da hesaba katılmalıdır. Ülke içi muhalefetin olası bir müdahaleye karşı geleceği şimdiden bellidir. Bu minvalde dile getirilen görüşlerin bazıları şunlardır: 1998 yılındaki şartlar tam olarak oluşmamıştır; Suriye’nin PKK kartını kullanarak Türkiye’ye zarar vermeye çalışması hala tölere edilebilir seviyelerdedir; Alevi iktidar karşısında Sunni güçlerin yanında yer almak Türkiye içersindeki mezhpesel çatışmaları körükleyebilir; Suriye’ye yapılacak bir müdahele ülkenin enerjisini ve kaynaklarını daha acil sorunların çözümünde kullanmayı zorlaştıracaktır; Kürt sorunun çözümü cok daha önceliliklidir; anayasanın liberal demokratik değerler etrafında yeniden yazılması hayati bir çıkardir; başka ülkelerin iç işlerine insani gerekçelerle de olsa müdahele etmek Türkiye’nin kendi iç sorunlarını çözme sürecinde daha fazla dış baskılara maruz kalmasını kolaylaştıracaktır.
Ayrıca, askeri bir müdahale, Türkiye’nin bölgesel hegemonya peşinde koşmakta olduğu ve bunu askeri güç unsurlarını kullanarak yapmak istediği yönündeki algıyı kuvvetlendirebilir. Bu bağlamda AK Parti iktidarının Osmanlı İmparatorluğu’nun diriltilmeye çalıştığı yönündeki düşünce daha da kuvvetlenebilir.

Askeri bir müdahalenin sebep olacağı sonuçların en önemlilerinden bir tanesi de, Türkiye-AB ilişkilerinin kesinlikle bundan olumsuz etkileneceğidir. Dış politikasında askeri güç unsurlarını önemseyen ve bunu tek taraflı bir şekilde yapmaya çalışan bir ülke imajı AB’nin dış ve güvenlik politikası normlarıyla kesinlikle uyumlu değildir. Türkiye’nin AB’yi zaten pek de kaale almadığı, AB’nin yaşamakta olduğu kriz ortamında Türkiye için bir öncelik olmaktan çoktan çıktığı algısı daha da güçlenecektir.

Buna karşılık böyle bir adım Türkiye’yi daha fazla ABD’ye yanaştıracak ve ileriki yıllarda Türk-ABD ilişkilerinin daha çok ikili mekanizmalar çerçevesinde sürdürülmesini hazırlayacaktır. Stratejik ilgisini Avrupa ve Orta Doğu bölgelerinden Güney ve Uzak Doğu Asya’ya kaydırmaya başlayan ABD, Orta Doğu bölgesindeki stratejik çıkarlarının elde korunmasında Türkiye gibi ülkelerin işbirliğine daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Son dönemde Türk-ABD ilişkierindeki yakınlaşmayı dikkate aldığımızda iki ülke arasındaki işbirliğinin artarak devam edeceğini ileri sürebiliriz. Bu kendi başına olumsuz bir gelişme olmasa da, Türkiye’nin Orta Doğu’da ABD’nin ortağı ve ileri karakollarından birisi olarak hareket ettiği algısını pekişterecektir. Bu da Türkiye’nin bu bölgedeki liderlik iddiasının yerelliğini, meşruiyetini ve orjinalliği sulandıracaktır. Unutmamak gerekirki, Obama’nın bütün kamu diplomasisi çabalarına rağmen, ABD’nin Orta Doğu’daki imajı Bush döneminden çok daha iyi bir yerde değildir. Hatta Arap Baharı sürecinde yaşanan gelişmeler ve bu minvalde ABD’nin takındığı ikircikli ve pragmatik tutum ABD’nin imajını daha da zayıflatmıştır.
Doç. Dr. Tarık Oğuzlu,Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Hiç yorum yok: