Sayfalar

15 Kasım 2011 Salı

Borçlanarak Yaşamak Mümkün mü?

Borçlanarak Yaşamak Mümkün mü?
Aşırı ısınan ülkemizin ekonomisi alarm veriyor, bilmem birileri fark edebiliyor mu?
Özellikle her şeyi normal karşılayan % 50’lik kesimlerin ilgi alanınıza giriyor mu?
Benim diğer % 50’lik kesimin içinde olmam sıfatıyla ilgi alanıma giriyor.
Hani sürekli söylenen büyümede rekor üzerine rekor kırıyoruz, kişi başına düşen milli gelir yükseldi, istikrar çok iyi gidiyor aman bozulmasın diyorlar, peki bu şartlarda sürekli borçlanarak yaşamak ne kadar mümkün olabilir ki!..
Mümkün olup olmadığını tarih bizlere defalarca göstermiştir ancak bunu gözüne perde inenler göremezler.
Ağza çalınan bir parmak bal misali birileri tarafından sürekli yeniden Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulması canlandırılmakta ama koskoca imparatorluğu batıran nedenlere kimseler değinmiyor.
Osmanlı imparatorluğu defalarca borçlandırılmış hatta borçlanarak uzunca bir süre yaşamak zorunda kalmış ve sonu iflas olmuştur.
Nedenlerine baktığımızda birilerinin yaşam tarzlarından taviz vermemesi, batılaştığını zannetmesi, batı’nın bastırması, gösteriş, lüks, zevk ve sefalar ı sayabiliriz.
Anayasa Hukukunun önde gelen fikir babalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya İnsan Derisi İle Kaplı Anayasa adlı kitabında
“Abdülmecit dört kez, Abdülaziz dokuz kez, İkinci Abdülhamit on bir kez borçlanmışlardır. 20 yüzyılın başlarında Osmanlı hazinesi alay konusu olmuştur. “1907 yılında Brüksel’de yapılan şenliklere Kralın davetlisi olarak katılan Osmanlı elçisi Esat Cemal (Paker) beyin sırmalı, nişanlı üniforması ertesi günkü gazetelerde şöyle haber olmuş Osmanlı elçisinin elbisesindeki altınlar devletin hazinesindeki altınlardan çoktu “ (1).
Diye belirtmiş.
Aslında bu gösteriş merakı her dönem ulusların sonunu hazırlamıştır. Orta Asya’da kurulan birçok Türk devletlerinin de sonunu getirmiştir günümüzde de durum pek farklı sayılmaz.
“Osmanlı İmparatorluğu ayakta kalabilmek için devletlere değil özel kişilere, banker denilen tefecilere borçlanıyordu. Bunlar Palmer, Mires, Roçider gibi büyük sermaye sahipleriydi. Borç parayı veren bu çok uluslu tefecilerdi fakat ödenmesi için baskı yapan ait oldukları devletleriydi. Borçlar koşullu olarak verilirken nerelere harcanıp harcanmayacağına saptama hakkına sahiplerdi. İmparatorluk 1875 yılında iflasını ilan edene kadar batılı devletlerin “ bu devlet borçsuz yaşayamaz” ilkesi Osmanlı yönetiminin değişmez politikası olmuştur”. (2)
Nasıl tıpkı günümüzdeki gibi George Soros, Bilderberg, Rockafeller, Maurice Strong … vs’ler gibi uluslar arası güç odakları dünyaya kendi çıkarlarına göre şekil verirken onların emrine tabi olan her denileni yapan liderleri seçerler ve halktan alınan kaynakları uluslar arası şirketlere devredilirken değişen bir şeyin olmadığını görmekteyiz.
Bu bankerler Osmanlının dostunu da düşmanı tayin eder, kendi silahları satar, savaşları kışkırtırlar, işgal ederler, toplumların kalkınmamasından, sanayileşmemesine kadar kararlar hep onların emriyle gerçekleşip yasaklamışlar bilumum ambargolar uygulamışlar.
Sizlere çok tanıdık geliyor öyle değil mi?.
Verdikleri parayı garantilemek için 1881 yılında kurulan ve 42 yıl varlığını sürdüren ulusal kurtuluş savaşımızdan sonra Lozan’la kaldırılabilen dış borçları denetleyen Duyunu Umumiye’yi kurmuşlar.
Tüm bunlardan ders almayan Osmanlı dışarıya borçlanmayı çok doğal saymış hatta büyük coşku ve bayram havasıyla ilan edilen 1908 ikinci meşrutiyetten sonra da tutsaklık zincirlerini kıramamış dokuz kez daha Avrupa piyasalarına avuç açılarak borçlanılmıştır.
“İstiklal savaşı sonrasında emperyalistlerin tekrar tekrar ağına düşmemek kesin bir ilkeydi. Atatürk’ün deyimiyle Duyunu Umumiye belası” 80 milyon liraya varan borcun tümü 1943 yılında ödenmesiyle ortadan kalkmıştır. 1951 yılına kadar borçlar varsa da bunlar baskı tehlikesi yaratmamış bir kısım yabancı şirketlerin millileştirilmesinden doğmuştur.
Demokrat partinin iktidara geçtiği 1951-1960 döneminde dış borçlar hızla artmış……….Amerikan kredisi ile kapatılmak istenmiştir……..borçlanarak yaşamak ilkesi Cumhuriyet yönetiminin de içine de yerleştirilmesi sağlanmıştır”. (3)
Evet, iktidarlar tarafından defalarca borç yapıldı ve bu borçlar karşılığında her türlü tavizler verilirken ödenen bedellerde çok ağır olmuştur.
1927 yılında ülkemizde 94 tane bankacılık, madencilik ve demiryollarına yatırım yapan yabancı şirket sayısı varken bunların tümü kısa sürede devletleştirilmiştir. 1923-1938 yılında tüm yoksulluklara rağmen her yıl %9 büyüme sağlanmış ve Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün güçlü ekonomi politikası sayesinde 1923 yılında devlet hazinesinde hiç altın ve dövizimiz yokken 1937 yılında 21.107 altınımız ile 28,3 milyon dolar döviz stokumuz bulunuyormuş.
2011 yılına gelindiğinde ülkemiz yabancı şirketlerden geçilmezken milli şirketlerimiz elle sayılabilecek kadar azalmıştır, son kalan değerlerimizi de özelleştirme adı altında birilerine son sürat devredilmekte.
Avrupa ve Amerika her zamanki gibi ülkeleri borçlandırarak, sömürerek, bağımsızlıkları yok ederek, işgal ederek, bölüp, parçalayarak yaşamını sürdürürken aslında değişmez politikalarını uygulamaktalar.
Ya bizler, bugüne kadar tarih basamaklarına basa basa geldik umarım bugünkü yönetimler ders almışlardır demek isterdim ama nafile 21 yüzyılda da aynı hataları tekrar tekrar tekrarlamaktayız.
Alınan borçlar karşılığında bağımsızlığını, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal gelişmelerine koydukları ipoteklerle yaşamak zorundasındır.
“Borç yiğidin kamçısı’ demiş atalarımız ama ülkemizde hiçbir yiğidin bu kamçıya dayanacak hali kalmamıştır, devletin borçları artarken buna karşılık ta birilerinin de kârları katlanmıştır.
Sürekli pembe tablolar çizerek kalkındığımızı, büyüdüğümüzü ifade eden AKP’nin işte matematiğini bozan gerçekler;
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın raporuna göre işsizlikte dünya ikincisi, yoksullukta dünya üçüncüsü ülke olduğumuzu belirtmiştir, ülkemizde 5,1 milyon kişi işsizlikten kıvranırken, yoksulluk sınırını 2 bin 871 liraya dayanmıştır.
Gelir dağılımında eşitsizlik artmış on kişiden altısı yoksulaşmıştır ama tüm bunlara karşın zengin sayımız artmıştır.
2010 yılı verilerine göre;
Tarihin en borçlu dönemini yaşamakta olan vatandaşın bankalara olan borcu 170 milyar dolar, iç ve dış borç toplamı 644 milyar lira, sıcak para 140 milyar $, dış ticaret açığı 71,6 milyar $’la rekor kırmıştır.
Sabahattin Önkibar’ın ısrarla belirttiği gibi 1994 krizi 9 milyar dolar, 2001 krizi de 10 milyar dolarlık cari açık sebebiyle patlak verirken bugün cari açık 60 milyar dolara ulaşarak açı tabloyu yüzümüze şamar gibi çarpıyor.
Oysaki 2002 yılında;
Vatandaşın bankalara borcu 6,5 milyar dolar, dış ticaret açığı 15,4 milyar dolar, cari açık 0.63 milyar dolarken bugün ulaşılan bu astronomik rakamları normalmiş gibi kabul edenlerin aklına şaşırmamak mümkün değil.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 22 Ocak 2011 tarihinde
“Türkiye nereden bakarsanız bakın muazzam bir başarı hikâyesi… Cari açıkta ise, bunda dünya enerji fiyatlarındaki artışın önemli bir ölçüde bir yansıması var. Türkiye Batı'ya göre, Avro bölgesine göre çok hızlı büyüyor”
derken,
19.6.2011 tarihinde ise Yabancıların Türkiye’de risk artıyor uyarısına karşın Mehmet Şimşek paniğe kapılmış ve ” güllük gülistanlık değil 63 milyar $’lık cari açığın önemli bir sorun” olduğunu itiraf etmiştir.
Ama bazı kıt düşünceli yandaşlar hala papağan gibi Türkiye’nin önü açık, uçuyor, büyüyor diyerek sürekli kavram sahtekârlığı yapsalar da neremizin büyüdüğünü rakamlar meraklısına açık açık göstermektedir.
Sıcak para kaçmasın, küresel güçler küsmesin diye iktidarlar politikalarını sürekli küresel şirketlerin çıkarlarına göre düzenleyerek neyi ne kadar halledebilir ki?.
Bu şekilde uçmanız mümkün olamaz ancak uçuruma yuvarlanırsınız. Siyasi, ekonomik veya başka nedenlerle bağlı olduğun emperyalist devletlerin kontrolü altında kaldığı sürece bundan kurtuluşun asla mümkün olmayacaktır.
Bir memleketin sosyal yapısı ile insanların kafa yapısı arasında sıkı bağlantılar vardır, az gelişmiş kafa yapılılar büyük devletlerle bağdaştığını büyüdüğünü falan zannederek bir süre kendilerini ve çevresindekileri oyalayabilir, avutabilirler ama sonuçta sürekli itaat eden, buyruk alan konumdadır.
Ve yetkililere sürekli şu iki soruyu sormalıyız.
SIRF YABANCI SERMAYEYE DAYANARAK KALKINMA OLUR MU?
BORÇLANARAK YAŞAMAK NE KADAR MÜMKÜN?.

Hiç yorum yok: