Sayfalar

9 Ocak 2011 Pazar

BÖYLE BİR ÜLKE OLAMAZ

 




 
 

BÖYLE BİR ÜLKE OLAMAZ/ Can PULAK

     Bir ülke düşünün, seçimlerle tek başına iktidara gelen parti, ülkenin çivilerini söküyor, aklına eseni yapıyor, devleti tepeden tırnağa değiştiriyor.

 

     Üyelerinin Parlamento'da ettiği sadakat yeminini filan hikaye… O yemine uymamak için ne mümkünse yapıyor. Anayasayı, işine gelmeyen yasaları dilediği biçimde değiştiriyor. Tüm kurumların kurallarını altüst ediyor. Ne Ordu kalıyor, ne yargı kalıyor, ne basın kalıyor, hepsini tanınamayacak hale getiriyor. Kim karşıysa yapılanlara, kim eleştiriyorsa onları, soluğu hapiste alıyorlar. Muhaliflere gözdağı veriyorlar, direnenleri tıkıyorlar içeri…

    

     Devletin memurunu, partinin memuru haline gelmeye zorluyorlar. Olmayanı tayin ya da emekli ediyorlar. Yerlerine, deneyimsiz, bilgisiz, acemi kendi adamlarını getiriyorlar. Islık çalmasını bile beceremeyenleri konservatuarlardan sorumlu noktalara atıyorlar, senfoni orkestralarına tayin ediyorlar. Vali ve Kaymakamları özel olarak seçiyorlar. Söylediklerini yapmayanları merkeze çekiyorlar. Bu yüzden bazı illerin Valileri, İçişleri Bakanlığına değil de, iktidarın Genel Merkezine bağlıymış gibi çalışıyorlar. Hoş bakanlığa bağlı görev yapsalar da bir şey değişmiyor ki… Bakanlık da parti gibi yönetiliyor.

 

     Devletin ordusu var, polisi var.. Yetmiyor, bir de güvenlik müsteşarlığı kuruyorlar. Ulusal İstihbarat Örgütünü politize ediyorlar. Başına konudan bihaber bir yandaşlarını getiriyorlar. Ordunun prestijiyle oynuyorlar, gücünü azaltılıyorlar, ihtilal yapacakları endişesi ve şüphesiyle kıymetli komutanları tutukluyorlar, kozmik odalara bile giriyorlar. Sözleşmeli asker almaya karar veriyorlar. Sınırlarda 50 bin kişilik sivil ordu kurma hazırlığı yapıyorlar.

 

     Polisi güçlendirme adı altında ağır askeri silahları edinmeyi hedefliyorlar. Polisin yönetim kadrosuna kendi görüşlerini paylaşanları yerleştiriyorlar. Muhaliflerinin üzerine, o polisi acımasızca saldırtıyorlar. Dünün iyi yetişmiş polislerinin yerine aldıkları binlerce elemana, savuşturabilecekleri ve yatıştırabilecekleri en basit olaylarda bile biber gazı kullandırıyorlar.

 

     Ülkeyi gırtlağa kadar borçlandırıyorlar. Enflasyonu kürdan ve toplu iğne fiyatlarını düşmüş, böylece hayat çok ucuzlamış gibi göstererek tek haneye indiriyorlar. Memleketin tüm karlı kamu kurum ve fabrikalarını üç on paraya satıyorlar. Ele geçen paraları israf ediyorlar, sağa sola savuruyorlar. Milletin vergileriyle oluşan bütçeyi talan ediyorlar. Kendilerine oy verenlere erzak, kömür, eşya filan dağıtıyorlar. O kadar ki, Afrika sıcağından beter bölgelere kömür giderken, buzul bölgelerini andıran soğuk yerlere buzdolabı filan yolluyorlar. Hatta elektriği olmayan köylere bile televizyon, çamaşır makinası veriyorlar. Belki inanmayacaksınız ama, bazı yerlere bunları Valiler götürüp dağıtıyorlar.

 

     Peki, basını ve muhalefeti yok mu bu ülkenin? Olmaz olur mu, var elbette ama seslerini duyuramıyorlar. Dostlar alışverişte görsün kabilinden bir-iki muhalefet partisiyle, yine bir-iki muhalif gazete var ama, bunlara kulak asan yok. Muhalefet sözcüleri kendileri söyleyip kendileri dinliyorlar, aleyhteki yazarlara ise göz açtırmıyorlar. İktidar yazılı ve görsel basının üçte ikisine hakim. Yandaşlarını devletin bankalarından verdiği kredilerle gazete ve televizyon sahibi yapıyorlar. Kızdıklarını satın aldırıyorlar. Aleyhlerine yazanları evlerine yolluyorlar, yerlerine amatör imamları getiriyorlar.

 

     İnsanları sabaha karşı sorgusuz sualsiz evlerinden topluyorlar, ülkenin değerli generallerini, profesörlerini, gazetecilerini, bilim adamlarını hapse tıkıyorlar, suçlarının ne olduğunu bile doğru dürüst öğrenemeyen bu kişileri yıllarca cezaevlerinde tutuyorlar. Ama katil teröristleri, katil yobazları, uyuşturucu baronlarını kılıfına uydurup bir gecede serbest bırakıyorlar. Durun daha bitmedi…

 

     Komşu ülkelerden saldırılar düzenleyerek onbinlerce vatandaşının öldürülmesine, ağır yaralanmasına, sakat kalmasına sebep olan bölücü teröristlere kucak açıyorlar, dağdan inenlerini kırmızı halılarla karşılıyorlar, sınırlara mahkemeler getirip onları beş dakikada aklıyorlar. Liderlerine hapishanede misafir muamelesi yapıyorlar, beğenmediği binasını yeniliyorlar, duvarlarına kağıt bile kaplatıyorlar. Sıkılmasın diye yanına yandaş ve arkadaş mahkumlar yerleştiriyorlar. Hapisten avukatları aracılığıyla bölücü ve teröristlere talimatlar yağdırmasına, gazetelere takma isimlerle makaleler yazmasına bile göz yumuyorlar. O kadarla kalsa iyi, kendisiyle el altından görüşmeler, pazarlıklar yapıyorlar.

 

     Bölücülerle ve teröristlerle işbirliği yapan, bayraklarını ve dillerini kabul ettirmeye çalışan, hatta özerklik isteyen Belediye Başkanlarına bile ses çıkarmıyorlar, bazı illerde değişen cadde ve sokak adlarına bile aldırmıyorlar. Bölücülerin girişimlerini destekleyen milletvekillerine milletin parasıyla maaşlarını ödüyorlar. Parlamento çatısı altında yabancı bir dili geçerli kılmaya çalışanlara bile mani olmuyorlar.

 

     Böyle bir ülkenin Başkanı da, hükümetinin Başbakanı da el ele vermişler, istedikleri gibi at oynatıyorlar, bölünme ve parçalanma tehlikesine gülüp geçiyorlar, milletin dişinden tırnağından arttırarak ödediği vergileri hovardaca harcıyorlar. Böyle bir lüks, böyle bir israf, böyle bir ballı yaşam dünyanın hiçbir yerinde yoktur ama, o ülkede var işte…

 

     Bütün bunlar, bunca rezalet demokrasi adına yapılıyor. O ülkede demokrasi varsa eğer, seçim de var demektir. Var ama, seçmenler eğer korkuyla sindiriliyorsa ve parayla kandırılıyorsa ne kıymeti var? Kaç kere seçim yaparlarsa yapsınlar, sonuçta hep onlar kazanırlar.

 

     Allahtan böyle bir ülke yok yeryüzünde. Hani olsaydı diye düşündük ama, Allah koruyor işte. Yatıp kalkıp şükredelim halimize. Ya hayali senaryoyla kafamızdan geçirdiğimiz böyle bir ortamda, böyle bir memlekette, böyle idarecilerin yönetiminde yaşasaydık eğer, ne yapardık?

Can Pulak

 

 
 

Hiç yorum yok: